Özet
İnsanın doğa ve diğer her şey üzerindeki merkezi konumundan kaynaklı egoist düşüncesi, dünyaya hiç bu kadar zarar vermemişti. Antroposen olarak adlandırılan bu çağ, insanın tüketimle var oluşunu ifade etmesi ve bunun için her yolu mübah görmesi olarak nitelendirilir. Hümanist anlayışa dayalı bu sorunlu benmerkezcilik; insanın, diğer canlıların ve insan dışının (nesne) bir arada posthümanist performatif ilişkisine dayalı bir anlayış ile iyileştirilebilir. Benzer şekilde, Bruno Latour’un Aktör-Ağ Teorisi; teknolojiyi bir töz olarak değil, süreç olarak yorumlar. Günümüzde yapay zekâ teknolojisinin hız kazanması ile sosyal robotların-insanla kurduğu etkileşim, sıvılaşmış bir teknolojik deneyime yol açmaktadır: Robotları çelikten ibaret, toplumsal güç ilişkilerinde egemen bir fail olarak görmek yerine, kapasitelerine göre ağa dahil olan insan-insan olmayan arasındaki heterojen ve akışkan ilişkideki, eyleyen konumu üzerinden düşünebiliriz. Sosyal robotların; taklit, jest-doğal dil iletişimi gibi özellikleri sayesinde duygu ve etkileşim temelli asistan, refakatçi veya evcil hayvan olarak gündelik hayata daha fazla dahil olması, insanın sonunu hazırlayacak distopik bir kurguya alternatif olarak gösterilebilir. Çalışmada, insan makine arasındaki etkileşimi, teknolojik/sosyal belirlenimci bir perspektiften ziyade, duygu temelli ağa dahil olan eyleyenler üzerinden düşünmenin imkânına, ayrıca pazarlama ve reklam sektörü açısından sosyal robot kullanımının tüketici deneyimlerini nasıl etkilediğine yönelik bazı araştırma sonuçlarına değindim.