Son yıllarda gerçekleşen doğal felaketlerin artışı, bölgesel aşırı yağışlar, yangınlar ve kuraklık gibi faktörler, iklim krizinin toplum gözünde bir uyarı niteliğinden çıkarak somut bir gerçek halini almasına neden olmuştur. Bireyler önceki on yıllara oranla çok daha sık bir biçimde doğa olayları ve doğal felaketlerle yüzleşmiş veya bunları iletişim teknolojileri vasıtasıyla izleme, gözlemleme şansı yakalamıştır. Buna bağlı olarak, iklim krizinin varlığına ve insan kaynaklı olduğuna dair şüphelerin önemli ölçüde azaldığı görülmektedir. Bu çalışmada, küresel ısınmanın neden olduğu iklim krizinin varlığının artık küresel ölçekte ve toplumsal anlamda kabul edilmesinin doğurduğu ve yakın gelecekte doğuracağı tahmin edilen sonuçlar irdelenmektedir. Çalışma toplumsal kriz algısının gelişmesi sonucu kamu yönetiminden aksiyon beklentisinin artacağını ileri sürmektedir. Çalışmanın amacı kamu tarafından izlenen ve geliştirilmesi planlanan iklim politikalarının toplumsal taleple ne derecede örtüşeceğinin irdelenmesidir. Nedenleri yüzyıllara dayanan bir sorunun kısa erimli ve kolay bir çözümü olmayacağı açıktır. Çalışma, toplumsal taleplerin karşılanması pahasına çözüm odaklı politikalardan uzaklaşılmaması gerektiğini ileri sürmektedir. Uzun vadeli, bilimsel veriler ışığında, katılımcı ve kararlı politikaların benimsenmesi ve kararlılıkla uygulanmasının gerekliliği ortaya konulmaktadır. Çalışmanın önemi iklim krizine yönelik yeni ortaya çıkan eko-kaygı ve eko-keder gibi kavramları siyasal bilimler perspektifinden ele almasıdır. Bu konuda uluslararası yayınlar son birkaç yılda artmakta olsa da Türkçe literatürde konunun henüz yeterince çalışılmadığı görülmektedir.