ÖzÇatışmacı bir paradigmaya dayanan Batı düşüncesi, komünizmin çöküşüyle birlikte yerine yeni bir "öteki" olarak İslam'ı yeniden keşfetmiş ve İslam'ın demokrasiyle uyumu tartışmasını başlatmıştır. Ancak tartışma, birçok yönüyle akademik olmayan bir düzlemde yürütülmüştür. Bu çalışmada; İslam'ı, demokrasiyi merkeze alarak demokrasiyle tek taraflı olarak kıyaslamanın objektif bir yöntem olmadığı ifade edildi. Eğer konu, hiçbir rezerv konulmadan objektif bir şekilde ele alındığı taktirde, İslam'ın demokrasiyle tek taraflı şekilde kıyaslanmayacak bir özgün modele sahip olduğunun anlaşılacağı vurgulandı. Bu bağlamda öncelikle İslam'ı demokrasiyle, demokrasi merkezli tek taraflı kıyaslamanın yanlışlığı ortaya konuldu. İkinci olarak İslam'ın temel kaynaklarından hareketle İslam'ın siyasete bakışı ve sahip olduğu özgün modelin ilke ve temel esasları ile bu modelin, demokrasiye benzeyen yönleri olduğu gibi farklılıklarının da bulunduğu ele alındı. Sonrasında ise farklı sebeplerden dolayı, bu özgün modelin günümüzde uygulanma imkânı bulunamadığı ve Müslüman toplumların ikilem içerisinde kaldığı belirtildi. Kalınan ikilem ise Müslüman toplumların baskıcı rejimlerin tasallutu altında kalmasına yol açtığı ifade edildi. Bütün bunların sonucu olarak, Müslüman toplumların demokrasiyi, mevcut şartlarda bu baskıcı ve sıkıntılı durumdan kurtulup daha özgür bir ortamda yaşayabilmeleri için despotik modellere nazaran tercih edilebilir bir alternatif olarak görmeleri gerektiği ortaya konuldu.