Search citation statements
Paper Sections
Citation Types
Year Published
Publication Types
Relationship
Authors
Journals
Amaç: Hipertansiyon (HT) inme, miyokard enfarktüsü, konjestif kalp yetmezliği, periferik vasküler hastalık ve son dönem böbrek hastalığı için en yaygın görülen değiştirilebilen risk faktörüdür. Hipertansiyon prevalansı, sayısız epidemiyolojik çalışmada tutarlı bir şekilde bildirilmiştir. Çoğu sanayileşmiş ülkede yetişkin nüfus örneklerinde % 25-55 olarak tespit edilmiştir. İç Hastalıkları polikliniğimizde yaptığımız çalışmada polikliniğimize başvuran hastalarda hipertansiyon prevalansının ve uç organ hasarı oranlarının saptanması amaçlanmıştır. Yöntem: Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi İç Hastalıkları Polikliniğine Ağustos 2018-Mart 2019 tarihleri arasında başvuran hastaların biyokimyasal testleri ve konsültasyon notları retrospektif olarak Elektronik Hasta Dosyası üzerinden incelendi. Yaş, cinsiyet, sigara kullanımı, yaşadığı şehir, kullandığı antihipertasif ilaçlar, ek hastalıkları, biyokimyasal verileri, spot idrar ve tam idrar tetkiki, EKG, fundoskopik bakı gibi hipertansiyon ilişkili uç organ hasarı ile ilişkili verileri incelendi. İstatistiksel analiz için SPSS 25.0 programı kullanıldı. Bulgular: Çalışmaya bu tarihler arasında polikliniğimize başvuran toplam 1267 hasta dahil edildi. Bunlardan 332 kişinin hipertansif 935 kişinin normotansif olduğu belirlendi ve iki grup oluşturuldu. Hipertansiyon prevalansı % 26.2, altı aylık hipertansiyon insidansı %12.5 saptandı. Hastaların %65 inin kadın olduğu ve yaş ortalaması 57±14 saptandı. Olguların % 40 ı poliklinikte kan basıncı ölçümü sırasında tanı alan hastalardı. Hipertansiyon ilişkili uç organ hasarı ile ilgili olarak bakılan EKG lerde Sokolow Lyon kriterlerine göre hastaların %12.3 ünde sol ventrikül hipertrofisi mevcuttu. Spot idrar verilerine göre proteinüri oranı %23 bulundu. Hipertansif retinopati oranı % 32.85 olarak bulundu. Hipertansif retinopati ile serebrovasküler olay sıklığı arasında yakın korelasyon gösteren bir ilişki saptandı. Serum total kolesterol düzeyi yüksek olan hipertansif hastalarda belirgin oranda hipertansif retinopati sıklığının arttığı saptandı. Sonuç: Hipertansif retinopati ve SVO sıklığı arasında pozitif korelasyon gösteren bir ilişki saptadık. Hipertansiyon ilişkili LVH ile hipertansif retinopati arasında pozitif korelasyon gösteren bir ilişki saptadık. Fundoskopik bakı, 12 derivasyonlu EKG, spot idrar protein/kreatinin oranı tetkiklerinin tüm hipertansif hastalarda düzenli olarak yapılması gerektiğini düşünüyoruz. Bu sayede hipertansiyonun doğuracağı sekonder hastalıklar önlenebilir. Serum total kolesterol yüksekliği ile retinopati gelişimi arasında yakın bir ilişki saptadık. Tüm hipertansif hastaların lipid düzeylerinin görülerek gerekli tedaviye erken dönemde başlanması retinopati gelişmini engelleyebilir.
Amaç: Hipertansiyon (HT) inme, miyokard enfarktüsü, konjestif kalp yetmezliği, periferik vasküler hastalık ve son dönem böbrek hastalığı için en yaygın görülen değiştirilebilen risk faktörüdür. Hipertansiyon prevalansı, sayısız epidemiyolojik çalışmada tutarlı bir şekilde bildirilmiştir. Çoğu sanayileşmiş ülkede yetişkin nüfus örneklerinde % 25-55 olarak tespit edilmiştir. İç Hastalıkları polikliniğimizde yaptığımız çalışmada polikliniğimize başvuran hastalarda hipertansiyon prevalansının ve uç organ hasarı oranlarının saptanması amaçlanmıştır. Yöntem: Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi İç Hastalıkları Polikliniğine Ağustos 2018-Mart 2019 tarihleri arasında başvuran hastaların biyokimyasal testleri ve konsültasyon notları retrospektif olarak Elektronik Hasta Dosyası üzerinden incelendi. Yaş, cinsiyet, sigara kullanımı, yaşadığı şehir, kullandığı antihipertasif ilaçlar, ek hastalıkları, biyokimyasal verileri, spot idrar ve tam idrar tetkiki, EKG, fundoskopik bakı gibi hipertansiyon ilişkili uç organ hasarı ile ilişkili verileri incelendi. İstatistiksel analiz için SPSS 25.0 programı kullanıldı. Bulgular: Çalışmaya bu tarihler arasında polikliniğimize başvuran toplam 1267 hasta dahil edildi. Bunlardan 332 kişinin hipertansif 935 kişinin normotansif olduğu belirlendi ve iki grup oluşturuldu. Hipertansiyon prevalansı % 26.2, altı aylık hipertansiyon insidansı %12.5 saptandı. Hastaların %65 inin kadın olduğu ve yaş ortalaması 57±14 saptandı. Olguların % 40 ı poliklinikte kan basıncı ölçümü sırasında tanı alan hastalardı. Hipertansiyon ilişkili uç organ hasarı ile ilgili olarak bakılan EKG lerde Sokolow Lyon kriterlerine göre hastaların %12.3 ünde sol ventrikül hipertrofisi mevcuttu. Spot idrar verilerine göre proteinüri oranı %23 bulundu. Hipertansif retinopati oranı % 32.85 olarak bulundu. Hipertansif retinopati ile serebrovasküler olay sıklığı arasında yakın korelasyon gösteren bir ilişki saptandı. Serum total kolesterol düzeyi yüksek olan hipertansif hastalarda belirgin oranda hipertansif retinopati sıklığının arttığı saptandı. Sonuç: Hipertansif retinopati ve SVO sıklığı arasında pozitif korelasyon gösteren bir ilişki saptadık. Hipertansiyon ilişkili LVH ile hipertansif retinopati arasında pozitif korelasyon gösteren bir ilişki saptadık. Fundoskopik bakı, 12 derivasyonlu EKG, spot idrar protein/kreatinin oranı tetkiklerinin tüm hipertansif hastalarda düzenli olarak yapılması gerektiğini düşünüyoruz. Bu sayede hipertansiyonun doğuracağı sekonder hastalıklar önlenebilir. Serum total kolesterol yüksekliği ile retinopati gelişimi arasında yakın bir ilişki saptadık. Tüm hipertansif hastaların lipid düzeylerinin görülerek gerekli tedaviye erken dönemde başlanması retinopati gelişmini engelleyebilir.
The Mayan population of Guatemala is understudied within eye and vision research. Studying an observational homogenous, geographically isolated population of individuals seeking eye care may identify unique clinical, demographic, environmental and genetic risk factors for blinding eye disease that can inform targeted and effective screening strategies to achieve better and improved health care distribution. This study served to: (a) identify the ocular health needs within this population; and (b) identify any possible modifiable risk factors contributing to disease pathophysiology within this population. We conducted a cross-sectional study with 126 participants. Each participant completed a comprehensive eye examination, provided a blood sample for genetic analysis, and received a structured core baseline interview for a standardized epidemiological questionnaire at the Salama Lions Club Eye Hospital in Salama, Guatemala. Interpreters were available for translation to the patients’ native dialect, to assist participants during their visit. We performed a genome-wide association study for ocular disease association on the blood samples using Illumina’s HumanOmni2.5-8 chip to examine single nucleotide polymorphism SNPs in this population. After implementing quality control measures, we performed adjusted logistic regression analysis to determine which genetic and epidemiological factors were associated with eye disease. We found that the most prevalent eye conditions were cataracts (54.8%) followed by pseudoexfoliation syndrome (PXF) (24.6%). The population with both conditions was 22.2%. In our epidemiological analysis, we found that eye disease was significantly associated with advanced age. Cataracts were significantly more common among those living in the 10 districts with the least resources. Furthermore, having cataracts was associated with a greater likelihood of PXF after adjusting for both age and sex. In our genetic analysis, the SNP most nominally significantly associated with PXF lay within the gene KSR2 (p < 1 × 10−5). Several SNPs were associated with cataracts at genome-wide significance after adjusting for covariates (p < 5 × 10−8). About seventy five percent of the 33 cataract-associated SNPs lie within 13 genes, with the majority of genes having only one significant SNP (5 × 10−8). Using bioinformatic tools including PhenGenI, the Ensembl genome browser and literature review, these SNPs and genes have not previously been associated with PXF or cataracts, separately or in combination. This study can aid in understanding the prevalence of eye conditions in this population to better help inform public health planning and the delivery of quality, accessible, and relevant health and preventative care within Salama, Guatemala.
Pseudoexfoliation (PXF) syndrome is an important public health concern requiring individual population level analysis. Disease prevalence differs by geographic location and ethnicity, and has environmental, demographic, genetic, and molecular risk factors have been demonstrated. Epidemiological factors that have been associated with PXF include age, sex, environmental factors, and diet. Genetic and molecular components have also been identified that are associated with PXF. Underserved populations are often understudied within scientific research, including research about eye disease such as PXF, contributing to the persistence of health disparities within these populations. In each population, PXF needs may be different, and by having research that identifies individual population needs about PXF, the resources in that population can be more efficiently utilized. Otherwise, PXF intervention and care management based only on the broadest level of understanding may continue to exacerbate health disparities in populations disproportionally burdened by PXF.
scite is a Brooklyn-based organization that helps researchers better discover and understand research articles through Smart Citations–citations that display the context of the citation and describe whether the article provides supporting or contrasting evidence. scite is used by students and researchers from around the world and is funded in part by the National Science Foundation and the National Institute on Drug Abuse of the National Institutes of Health.
customersupport@researchsolutions.com
10624 S. Eastern Ave., Ste. A-614
Henderson, NV 89052, USA
This site is protected by reCAPTCHA and the Google Privacy Policy and Terms of Service apply.
Copyright © 2024 scite LLC. All rights reserved.
Made with 💙 for researchers
Part of the Research Solutions Family.