Amaç: Bu çalışmanın amacı, Wacken Open Air Festivali örneği üzerinden festivallerin altkültürel mirasın korunması ve sürdürülmesi açısından rolünün keşfedilmesidir. Festivallerin heavy metal altkültürünün korunması ve yaşatılmasına nasıl katkıda bulunabileceğinin anlaşılmasına odaklanılan bu çalışmada, altkültürel mirasın gelecek kuşaklara aktarılması doğrultusunda başvurulan stratejilerin, altkültürel festivallerin geleceği açısından fırsatlar ve zorlukların değerlendirilmesi amaçlanmıştır. Yöntem: Bu keşifsel araştırmada, festivallerin altkültürel mirasın sürdürülebilirliğinin sağlanması açısından rolünün keşfedilmesi doğrultusunda, mevcut çalışmaların, konuyla ilgili diğer bilgi kaynaklarının toplanması, analiz edilmesini içeren kapsamlı bir alanyazın taraması ve ayrıca 2-7 Ağustos 2022 tarihleri arasında etkinlik alanında gözlem gerçekleştirilmiştir. Bulgular: Altkültür üyelerinin kendilerini bir topluluk olarak temsil etme fırsatı buldukları altkültürel gerçeklik ortamı sunan Wacken Open Air, festivallerin altkültürel mirasın sürdürülebilirliğini sağlamadaki rolünün anlaşılması noktasında önemli bir örnek olarak karşımıza çıkmaktadır. Festival, dünyanın dört bir yanından Wacken'e gelen heavy metal hayranları arasında bir altkültürel topluluk ve aidiyet duygusunun gelişmesine katkıda bulunmaktadır. Bu bağlamda Wacken Open Air, aynı zamanda farklı ülkelerden heavy metal hayranlarını ve grupları bir araya getirerek kültürlerarası bilgi ve deneyim alışverişini güçlendirmekte, böylece heavy metal altkültürünün küreselleşmesi için bir katalizör işlevi görmektedir. Tartışma: 1990 yılından beri Almanya'nın Schleswig-Holstein eyaletinin 2000 nüfuslu Wacken kasabasında her yıl farklı ülkelerden heavy metal hayranları ve gruplarını bir araya getiren Wacken Open Air; festival katılımcılarının yeni bağlantılar kurması, bilgi alışverişinde bulunması, ortak ilgi alanlarını derinlemesine deneyimlemesi için bir platform sağlayarak, festivallerin altkültürel mirasın uzun vadeli korunmasına nasıl katkıda bulunabileceğini somut bir şekilde ortaya koymaktadır. Öte yandan festivallerin çevresel kaygılar, toplum katılımı, lojistik sorunlar ve finansal kısıtlamalar gibi zorluklarla karşılaştığı düşünüldüğünde, festival organizatörlerinin etkinliğin çevresel etkilerini dikkate alan, yerel toplulukların katılımını sağlayan ve paydaşlarla ilişkileri etkin bir şekilde yöneten sürdürülebilir bir yaklaşıma odaklanma gerekliliği daha belirgin bir hale gelmektedir. Bu noktada festival organizatörlerinin bir yandan altkültürel mirasın özgünlüğünü ve bütünlüğünü korurken diğer yandan da etkinliğin uygulanabilirliğini ve başarısını sağlamak için kapsamlı bir strateji geliştirme ihtiyacı ortaya çıkmaktadır.
Öz: Günümüzde aile politikaları, toplumsal cinsiyet ideolojisinin yeniden üretildiği ve sürdürüldüğü temel alanlardan biri olarak öne çıkmaktadır. 20. yüzyılın son çeyreğinden itibaren, aile refahının geliştirilmesine yönelik sistematik çabaların artmasına paralel olarak babalık yönelimli aile politikaları gibi yeni uygulamaların gündeme gelmeye başladığı görülmektedir. Toplumsal cinsiyet ideolojisi çerçevesinde ortaya çıkan ve şekillenen bu uygulamalarda, ülkeden ülkeye değişiklik gösteren önemli farklılıklar söz konusu olmaktadır. Aile politikalarının hem kadınlar hem de erkekler açısından geliştirilmesine yönelik Avrupa Birliği düzeyinde yasal ve politik tedbirler alınmasına rağmen; bu farklılıkların varlığını sürdürmeye devam ettiği görülmektedir. Genel olarak aileye, özel olarak babalığa yönelik desteklerin niteliğine göre farklılık gösteren aile politikası uygulamalarının açıklanmasında; Esping-Andersen'in 1990 yılında ortaya attığı üçlü refah devleti tipolojisi, üzerinden bunca zaman geçmesine rağmen önemli bir başvuru kaynağı olarak geçerliliğini korumaktadır. Bu çalışma kapsamında; refah rejimleri bağlamında babalık yönelimli aile politikalarının toplumsal cinsiyet ideolojisi etkisi altında nasıl şekillendiklerinin ortaya konulması amacıyla liberal, muhafazakâr ve sosyal demokrat refah rejimlerinde geçerli olan aile politikası uygulamaları karşılaştırmalı olarak incelenmektedir.
19. yüzyıldan itibaren şekillenen feminist teori, toplumsal gerçekliğin cinsiyetlendirilmiş özünü açığa çıkarmak ve değiştirmek doğrultusunda farklı kavramlar ortaya koymaktadır. Feminist kuramcıların çalışmaları, teknoloji alanındaki erkek tekelinin eril iktidarın temel kaynağı, kadınların teknolojiye mesafeli bir şekilde konumlandırılmasının ise erkeklere bağımlılıklarının temel aracı olduğunu öne sürmektedir. Teknoloji ve toplumsal cinsiyet ilişkisinin çözümlenmesi doğrultusunda temel başvuru kaynaklarını oluşturan, Haraway, Plant ve Wajcman’ın çalışmalarında günümüzde artık yaygın olan bilgi ve iletişim teknolojileri de dâhil olmak üzere teknolojilerin toplumsal açıdan ve özellikle de toplumsal cinsiyet konusunda tarafsız olduğu yönünde varsayımlar öne çıkmaktadır. Bu çalışma kapsamında dünyada yaşanan teknolojik gelişmelerin bir sonucu olarak erken feminizmin yerini alan feminist teknoloji çalışmalarının detaylı olarak incelenmesi ve yaşanan değişimlerin ortaya konması amaçlanmaktadır. Bu doğrultuda birinci bölümde ataerkil yapının yeniden üretilmesinde teknolojinin rolünü vurgulayan ve daha çok kadercilik eğilimi gösteren erken feminizm üzerine genel bir çerçeve çizilmektedir. İkinci bölümde Haraway’in “Siborg Manifestosu” çalışmasıyla temelleri atılan, dijital teknolojiyi kadınlar için bir kurtuluş aracı olarak gören postmodern siberfeminizm incelenmekte, 2000’li yıllarda gündeme gelen, toplumsal cinsiyet ve teknolojinin toplumsal olarak ortak inşası üzerine fikirler kompleksinden oluşan teknofeminizm yaklaşımı çalışmanın üçüncü bölümünde ele alınmaktadır. Çalışmanın son bölümünde ise siberfeminist ve teknofeminist düşünce akımları, karşılaştırmalı ve etkileşimsel bağlamda analiz edilmektedir. Yeni teknolojik olanakların kadınların özgürleşmesini sağlayacağını iddia eden siberfeminizmden farklı olarak teknofeminist yaklaşım, toplumsal cinsiyet ve teknoloji karşıtlığı üzerine geleneksel bir analiz çerçevesi sunmamakta, bilakis söz konusu karşıtlığın incelenmesi doğrultusunda siberfeminizm ve diğer feminist yaklaşımlar tarafından ortaya atılan determinist görüşlerin eleştirel kesişimselliği üzerine temellendirilmektedir. Wajcman’ın görüşleri doğrultusunda şekillenen bu yaklaşım, toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin yeni teknolojilerin gelişmesi ile yeniden üretilerek sürdürüldüğünü ortaya koymakta, dolayısıyla siberfeminizme göre daha materyalist bir düşünsel yapı olma niteliği taşımaktadır. Geleneksel mekânların yerini dijital mekânların aldığı günümüzde, dijital teknolojilerin toplumsal cinsiyetle ilişkisinin anlaşılması doğrultusunda gerçekleştirilen feminist çalışmalarda teknolojinin evrensel değil, zamansal ve dönüşümsel karakterini ortaya koyan bakış açılarının yaygınlaştığı görülmektedir.
scite is a Brooklyn-based organization that helps researchers better discover and understand research articles through Smart Citations–citations that display the context of the citation and describe whether the article provides supporting or contrasting evidence. scite is used by students and researchers from around the world and is funded in part by the National Science Foundation and the National Institute on Drug Abuse of the National Institutes of Health.
customersupport@researchsolutions.com
10624 S. Eastern Ave., Ste. A-614
Henderson, NV 89052, USA
This site is protected by reCAPTCHA and the Google Privacy Policy and Terms of Service apply.
Copyright © 2025 scite LLC. All rights reserved.
Made with 💙 for researchers
Part of the Research Solutions Family.