Osmanlı denizciliği, 14. yüzyıl Batı Anadolu deniz gaziliği geleneğine dayanmaktadır. Osmanlı Devleti, Karesi Beyliğini ele geçirdikten sonra zamanla denizcilik konusundaki bilgi ve tecrübelerini artırmıştır. Daha sonra yeni yerler fethederek hâkim olduğu alanı genişletmiş ve denizlerle ilgili önemli gelişmeler sağlamıştır. 15. yüzyılda denizlere hâkim olan Osmanlılar, bu hâkimiyeti 16. yüzyıldan itibaren daha fazla hissettirmeye başlamış, 18. yüzyılın son çeyreğine kadar da Osmanlı deniz üstünlüğü devam etmiştir. Osmanlı Devleti’nin denizlerdeki etkinliği siyasi yapıyı, ekonomiyi, toplumu etkilediği gibi Klasik Türk şiirini de etkilemiş ve denizcilik terimleri kullanılarak şiirler yazılmaya başlanmıştır. Bu terimi ilk kullanan şairimiz Yetîm olsa da bu türün diğer divan şairlerinin dikkatini çekmesinde ve yaygınlaşmasında Âgehî tarafından yazılan kâsidenin etkisi oldukça büyük olmuştur. Denizcilik terimlerini kullanarak şiirler yazan şairlerden birisi de Sultan III. Ahmet (1703-1730)’e silahşor olan ve onunla seferlere çıkan Vahîd Mahtûmî’dir. 18. yüzyıl Klasik Türk edebiyatının ilginç isimlerinden olan şair Vahîd Mahtûmî, divanında yer alan şiirlerinde; yaşamış olduğu durumları, çevresinde gelişen olayları, dönemin sosyal, siyasi, ekonomik durumunu, gezip gördüğü yerlerle ilgili bilgileri ve dönemin aşk anlayışını işlemiştir. Bunun yanında geleneğe tamamen bağlı kalmayarak, hayat döngüsünü, içinde bulunduğu toplumun kültürel ve sosyal yapısını divanının muhtevasına ve şiirinde kullandığı terimlere yansıtmıştır. Vahîd Mahtûmî’nin şiirlerinde kullandığı dikkate değer terimlerden bazıları da denizcilik ile ilgilidir. İşte bu çalışmada Vahîd Mahtûmî divanında yer alan şiirlerde denizcilik terimleri tespit edilerek, şiir içinde kullanımları değerlendirilmiştir.
Divan Edebiyatı Araştırmaları Dergisi 8, İstanbul 2012, 67-88. Ö Z E T A B S T R A C T Sindbâd stories originating in the Oriental
Öz Kelime anlamı olarak nakletme, anlatma, taklit etme, haber verme anlamına gelen hikâye, İslamiyet'in kabulüyle eski Türk toplumlarında insanları dini-ahlaki yönden eğitmek amacıyla halk hikâyesi bünyesine girmiştir. Saray hayatının gelişmesi, İran edebiyatının zamanla önem kazanması ve saray çevresinde toplanan şairlerin bu etki altında eserler kaleme almasıyla birlikte eski hikâye anlayışı değişerek, halk hikâyelerinden ayrılmaya başlamıştır. Klasik edebiyattaki hikâye kavramı tahkiyeli bütün metinler için kullanılmaya başlanmıştır. İlk dönem klasik Türk edebiyatı ürünlerinin daha çok Arapça ve Farsçadan tercüme veya adaptasyon olması, İslam geleneği çerçevesinde yazılan eserlerin konu, isimler, ana hikâye gibi ana çerçevesinin dışına çıkılmadan yeniden kaleme alınması, nazire geleneğiyle yazılmış eserlerin rağbet görmesi, geleneğin şairlere çizdiği sınırların üretime yansıyan boyutudur. Aynı yaklaşımın bir gereği olarak aynı konuda yazılan eserler, farklı yüzyıllarda farklı formlarda yeniden ele alınmıştır. Kaleme alınan hikâye metinlerinin bir kısmının ilk halleri manzum iken daha sonraki yüzyıllarda mensur olarak yazılmış; bazı mensur hikâyeler ise daha sonraki yüzyıllarda nazma çekilmiştir. Bu çalışmanın amacı mesneviden mensur hikâyeye geçiş sürecini gözler önüne sermektir. Çift kahramanlı aşk hikâyelerinden olan Mihr ü Vefâ da ilk hâli manzum iken mensura dönüşmüş hikâyelerdendir. Çalışmada öncelikle hikâye ve Klasik edebiyatta hikâye hakkında bilgi verilmiş, daha sonra Mihr ü Vefâ mesnevilerinden söz edilmiş, son olarak da çalışmaya konu olan Hâşimî'ye ait manzum Mihr ü Vefâ ile yazarı bilinmeyen mensur bir Mihr ü Vefâ hikâyesinin mukayesesi yapılmıştır. Bahsi geçen her iki anlatı da epizotlarına ayrılarak karşılaştırılmış, farklılıklar ortaya konularak, motifleri değerlendirilmiştir.
Öz Nesîmî, XIV. Yüzyılda yaşamış Azeri sahasının önemli şairlerindendir. Kaynaklarda hayatıyla ilgili fazla bilgi olmayan şairin, İran'da Hurûfîlik mezhebinin kurucusu Fazlullah'ın halifelerinden olduğu ve inancı nedeniyle derisi yüzülerek öldürüldüğü bilinmektedir. Nesîmî'nin bilinen iki eseri olan Türkçe ve Farsça Divanlarının kütüphanelerde birçok yazma nüshası bulunmaktadır. Ahmet Paşa ise XV. yüzyıl, Anadolu sahasının önemli şairlerindendir. Hayattayken "sultânü'ş-şu'arâ" unvanını kazanan şair, Türk edebiyatında nazîrecilik geleneğinin önde gelen isimlerindendir. Kaside ustası olarak bilinen şairin elde bulunan tek eseri Divanı'dır. Ahmet Paşa'nın divanının da kütüphanelerde pek çok yazma nüshası bulunmaktadır. Bu çalışmada Nesîmî ve Ahmet Paşa'nın, Süleymaniye Kütüphanesi, Yazma Bağışlar bölümünde yer alan 5879 numarada kayıtlı bir şiir mecmuası içerisinde yer alan ancak yayımlanmış divanlarında bulunmayan şiirleri tespit edilmiştir. Bu vesileyle öncelikle şiir mecmualarının edebiyat tarihimizdeki yeri ve önemi üzerinde durulmuştur. Farklı dönemlerde yaşamış pek çok şairin şiirlerine yer verilen bu mecmualar, gerek dönemin şiir zevki hakkında bilgi sunmaları, gerek müstakil bir divânı bulunmayan şairlerin şiirlerine yer vermeleri; gerekse de bu çalışmada olduğu gibi kimi şairlerin basılı divanlarında yer almayan şiirleri içermeleri açısından son derece önem arz etmektedirler. Çalışmaya konu olan mecmua içerisinde Nesîmî'nin 2 ve Ahmet Paşa'nın 3 adet yayımlanmamış şiiri tespit edilmiştir. Bu şiirler yeniden değerlendirilerek gerekli tashihler yapılmış ve bu çalışma ile tenkitli metin çalışmalarına katkı sağlamak amaçlanmıştır.
Tarih boyunca insanoğlunun gaybı bilme arzusu, onu çeşitli arayışlara sevk etmiş; bu bilinmezliğe duyulan merakı giderme araçlarından biri olarak da rüya ta'birleri kullanılmıştır. İnsanlar rüyada gördüklerinin ne anlama geldiğini merak etmiş, görülen motiflerin geleceğe dair ipuçları ve gizli anlamlar barındırdıklarına inandıkları için rüya ta'birlerine sıkça başvurmuşlardır. Rüyada görülen şeylerin ne anlama geldiğini açıklayan ilme ilm-i ta'bir, rüyaları yorumlayanlara ise muabbir denilmiştir. Bu türde kaleme alınan eserlere ise "ta'bir-nâme, ta'birât-ı vukûât, ta'bîrât-ı rüyâ, rü'yâ-nâme, vâkıa-nâme, segir-nâme, güzâriş-nâme" gibi isimler verilmiştir. Rüya insanlık tarihi boyunca var olan bir olgudur. Eski medeniyetlere bakıldığında daha M.Ö. 5000'li yıllarda Asurlulara ait rüya ta'biri metinleri bulunduğu görülmektedir. Türk kültüründe ise rüya ve ta'bir hem İslamiyet öncesi hem de sonrası dönemde önemli bir yere sahiptir. Rüya motifi, Uygur Türeyiş, Oğuz Kağan ve Dede Korkut destanlarında dikkat çekici bir öğe olarak yer almakta, Kutadgu Bilig'de ise rüya tabileriyle ilgili müstakil bir bölüm bulunmaktadır. Klasik Türk edebiyatında ta'birnâmelerin çoğu Arapça ve Farsçadan tercümedir. Kütüphanelerde mevcut olan ta'birnâme nüshaları tarandığında bu tür eserlerin XIV. yüzyıldan itibaren kaleme alındığı görülmektedir. Bu çalışmada ise The British Museum'da bulunan Harl. 5450/9'da kayıtlı olan mecmua içerisinde yer alan bir ta'bir-nâme hakkında bilgi verilmiştir. Mecmuanın 23b-26a varakları arasında yer alan eserin yapısı ve muhtevası incelenmiş ve metnin çeviri yazısına yer verilmiştir.
scite is a Brooklyn-based organization that helps researchers better discover and understand research articles through Smart Citations–citations that display the context of the citation and describe whether the article provides supporting or contrasting evidence. scite is used by students and researchers from around the world and is funded in part by the National Science Foundation and the National Institute on Drug Abuse of the National Institutes of Health.
customersupport@researchsolutions.com
10624 S. Eastern Ave., Ste. A-614
Henderson, NV 89052, USA
This site is protected by reCAPTCHA and the Google Privacy Policy and Terms of Service apply.
Copyright © 2025 scite LLC. All rights reserved.
Made with 💙 for researchers
Part of the Research Solutions Family.