İnsanlık tarihinin her döneminde insanlar bir kutsala inanma ihtiyacı duymuşlardır. İlkel dönem inanç şekilleri, mitolojik öğeler ve ritüellerden, semavi dinlere kadar insanların hayatı anlamlandırma süreci din mefhumunun bir parçası olarak devam etmiştir. Aynı şekilde tek tanrılı dinlerin ortaya çıkışıyla dinin toplumdaki önemi artmıştır. Her ne kadar modern dönem bilimsel gelişmeler çerçevesinde “tanrının ölümü” “rasyonelleşme” “sekülerleşme” ile dinin etkisinin azalacağı veya ortadan kalkacağı tartışmaları artmışsa da insanların inanç arayışı sürekli devam etmiştir. Günümüzde bu sürecin değiştiğine/değişeceğine dair birçok teori ortaya çıkmıştır. Din sosyolojisinin de ilgi alanına giren bu tartışmalardan biri sekülerleşme teorisidir. Weber’in rasyonelleşme kavramıyla başlayan bu süreç Berger’in sekülerleşme teorisiyle yeni tartışmaları beraberinde getirmiştir. Bu çalışmada din sosyolojisine katkı sunan klasik sosyoloji kuramcılarından Max Weber’in rasyonelleşme ve din sosyolojisi yaklaşımı ile çağdaş din sosyolojisine katkı sunan Peter Ludwig Berger’in sekülerleşme teorisi ele alınmaktadır. Bu bağlamda Weber’in düzen, toplumsal eylem ve rasyonelleşme kavramları ile kapitalizm ve Protestanlık çerçevesinde din-toplum ilişkisine dair düşünceleri üzerinde durulmaktadır. Weber’in dünyanın büyüsünün bozulması olarak nitelediği süreç, dinin toplumsal hayattaki yerinin değiştiğine dair ilk tartışmalar arasında yer almıştır. Aynı şekilde çağdaş din sosyolojisine ve bilgi sosyolojisine katkı sunan Berger’in din, bilgi sosyolojisi, toplumsal gerçekliğin inşası yaklaşımları çevresinde geliştirdiği sekülerleşme teorisi de bu tartışmalarda güncelliğini korumaktadır. Bu iki düşünürün görüşleri çerçevesinde sekülerleşme teorisine katkı sunulması amaçlanmaktadır. Ayrıca dinin kilise vb. tek bir kurumdan değil uzmanlaşmış farklı kurumlardan edinildiği ve çoğullaştığına yönelik tartışmalar da literatür tarama yöntemiyle analiz edilmektedir.
Günümüzde göç; yoksulluk, küresel savaş politikaları, iç çatışma, terör, küresel iklim krizi ve kültürel çatışmalar gibi nedenlerle uluslararası bir niteliğe bürünmüştür. Artan göçmen ve mülteci sayısına bağlı olarak ülkeler yeni politikalar geliştirmek durumunda kalmışlardır. Bazı ülkeler düzensiz göçmenlerin, ekonomik, siyasal ve sosyal haklarını tanırken, bazı ülkeler ise göçü güvenlik kapsamında ele almış ve göçmen karşıtı politikalar izlemişlerdir. Bu çalışmada artan göçmen sayısına bağlı olarak göçün güvenlikleştirilmesinde etkili olan siyasal söylemler, uluslararası gelişmeler, insan hakları hukuku, göçmen hakları ve vatandaşlık konuları incelenmiştir. Göçün güvenlikleştirilmesi süreciyle beraber, insan hakları taleplerinin gelişmiş ülkelerden makul bir karşılık alıp almadığı sorusunun cevabı aranmıştır. Teorik olarak incelenmiş olan bu çalışmada 1980’lerden itibaren güvenlik teorileri incelenmiş olup, bu teoriler klasik ve çağdaş yaklaşımlar çerçevesinde ikiye ayrılmıştır. Çağdaş yaklaşımların geliştirdiği yeni güvenlik çözümlemelerinden yola çıkarak göçmenler de bu kapsamda değerlendirilmektedir. Ayrıca insan hakları belgeleri, göçmenlerle ilgili ortaya çıkan sözleşmeler, vatandaşlık hukuku ve göçmen hakları hukuku gibi konular incelenmiştir.
Vatandaşlık, yasal statü, haklar, aidiyet/kimlik ve katılım gibi kavramları kapsamaktadır. Geleneksel olarak belirli bir coğrafi ve politik topluluğa bağlılığı ifade eden vatandaşlık, ulusal kimlik, egemenlik kavramlarını da çağrıştırır. Vatandaşlık ve ulusal aidiyetin yakından bağlantılı olduğu, ancak aynı zamanda Batı demokrasilerinde vatandaşlığa nasıl yaklaşıldığı konusunda ülkeler arasında önemli farklılıklar bulunmaktadır. Bu farklılığı günümüzde derinleştiren etkenlerin başında uluslararası göç hareketleri gelmektedir. Küreselleşme politikalarının bir sonucu olarak ülke içinde yaşanan iç çatışmalar, ülkeler arasında yaşanan savaşlar, küresel açlık, iklim krizi, kıtlık ve gelir adaletsizliği gibi etkenlerle ortaya çıkan uluslararası göç, vatandaşlık tartışmalarını yeni bir boyuta taşımıştır. Vatandaşlık anlayışı üzerinde etkili olan uluslararası göç, gelişmiş ülkelerin vatandaşlık politikalarının değişmesinde de etkili olmuştur. Bu değişimden hareketle çalışmada, uluslararası göç hareketlerinin vatandaşlığın dönüşümü üzerindeki etkisi incelenmektedir. Ayrıca bu çalışma uluslararası boyutta gerçekleşen göçlerin gelişmiş ülkelerde nasıl politize edildiğini karşılaştırmalı bir şekilde ele alma amacındadır. Bu amaçla göç politikaları bazı ülkelerde yoğun bir şekilde tartışmalı ve siyasi gündemin üst sıralarında yer alırken, başka ülkelerde bu durumun neden politikleşmediği sorusuna da cevap aranmaktadır. Bütün bu tartışmalar çerçevesinde göçmenlerin geçici mi kalıcı mı olacağı, kalıcı olacak ise vatandaşlık ile ilgili olarak asimilasyon, entegrasyon ve çokkültürcü yaklaşımlardan hangisinin benimseneceği tartışmaları yeni kaygıları da beraberinde getirmiştir. Bu kapsamda gerçekleşen tartışmalar ve göçmenlere vatandaşlık verilmesiyle ilgili son yıllardaki siyasi tartışmalar göçü siyasallaştırmıştır. Bu çalışmada göçün siyasallaşma sürecine neden olan sosyo-ekonomik faktörler ile radikal sağ popülist partilerin yükselişi de vatandaşlık bağlamında incelenmektedir.
Küreselleşme, tüm dünyanın iletişim, teknoloji, bilimsel gelişmeler ve ulaşım aracılığıyla birbirini etkilediği bir süreci ifade etmektedir. Bu süreçte ulus devletler, terörizm, insan hakları, kültür, dil, savaş politikaları, ideolojiler, teknoloji, bilim, ekonomi, kimlik, çevre vb. alanlarda dönüşümler yaşanmıştır. Bu çalışmada toplumsal dönüşüm süreciyle ortaya çıkan yeni toplumsal hareketlerin küreselleşme ile olan ilişkisi irdelemektir. Çalışmanın önerisi yeni toplumsal hareketlerin klasik hareketlerden farklılaştığı, barış, insan hakları, demokrasi, kimlik, yeni dini yönelimler, alternatif yaşam, cinsel özgürlük, cinsiyet, çevre vb. temalar bakımından klasik hareketlerden kopuş sağladığıdır. Ayrıca hareketlerin temaları, aktörleri ve taleplerinin değişmesiyle farklı hareket türleri ortaya çıkmıştır. Bu çalışmada yeni toplumsal hareketlerin bir örneği olarak çevre hareketleri ele alınmıştır. Çalışmanın amacı küreselleşmenin çevre üzerindeki olumsuz sonuçlarına odaklanan küresel çevre hareketlerinin ele aldığı, küresel ısınma, ekolojik kriz, çölleşme, orman yangınları, doğal kaynakların tahrip edilmesi, nükleer tehditler, yasadışı avlanma, hayvan türlerinin yok edilmesi vb. konuları çözümlemektir. Ayrıca çevre hareketlerinin bu alanlara yönelik alınan önlemlere öncülük ettiği, yeni dünyanın yeni aktörü olarak gelecekte de bu alana katkı sunacağı örneklerle savunulmaktadır.
Security has been evaluated within the framework of state-centered and military strategies until recently. However, new developments that emerged in the 1990s have led to a change in the classical understanding of security. The Human Development Report published by the United Nations in 1994 laid the groundwork for a new paradigm regarding human security. Considering that the concept of "security" has been narrowly interpreted for a long time, this report has been an indicator of the change in the classical understanding of security. Nowadays, the subject-based security understanding, which focuses on the individual, has come to the forefront. In particular, the increase in international migration movements has brought about a new area of discussion on security. As a result of international migration movements, human security has become one of the global world problems. Similarly, international human rights norms are related to the concept of human security. Therefore, understanding the connections between human rights and human security is of great importance in the contemporary world. For this purpose, the relationship between new security areas and the concept of human security, the changes in the understanding of security with international migration movements, and the processes of this change affecting human rights are emphasized in the study. It is also emphasized that human rights violations are directly related to the understanding of human security. When comprehensively evaluated, human security is related to the basic needs and human identity that affect individuals' living spaces. Threats to these areas also mean a threat to fundamental rights and freedoms. In addition, human mobility resulting from war policies leads to the emergence of the source problem. People are deprived of basic needs such as housing, food, and health. As a result, a threat to human security arises, and global problems increase this threat. In this context, international migration movements, human security, and human rights are being reinterpreted.
scite is a Brooklyn-based organization that helps researchers better discover and understand research articles through Smart Citations–citations that display the context of the citation and describe whether the article provides supporting or contrasting evidence. scite is used by students and researchers from around the world and is funded in part by the National Science Foundation and the National Institute on Drug Abuse of the National Institutes of Health.
customersupport@researchsolutions.com
10624 S. Eastern Ave., Ste. A-614
Henderson, NV 89052, USA
This site is protected by reCAPTCHA and the Google Privacy Policy and Terms of Service apply.
Copyright © 2025 scite LLC. All rights reserved.
Made with 💙 for researchers
Part of the Research Solutions Family.