6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu (HMK) m. 17 ile yetki sözleşmesi yapabilecek kişileri sınırlamıştır. Buna göre sadece tacirler ve kamu tüzel kişileri aralarında yetki sözleşmesi yapabileceklerdir. Bu hükmün getirilme amacı, daha güçlü olan tacir ve kamu tüzel kişisinin, zayıf olan tüketicileri mahkemenin yetkisini tayin bağlamında iradesini dayatmasının (empoze etmesinin) önüne geçmektir. Alman medeni usul hukukunda da yetki sözleşmesini yapabilmeye yetkili kişiler tacirler ve kamu hukuku tüzel kişileri ile sınırlandırılmaktadır (Medeni Usul Kanunu; deutsche Zivilprozessordnung; dZPO m. 38/1). Yetki sözleşmeleri çoğunlukla uygulamada asıl sözleşmenin bir unsuru, şartı olarak düzenlenmektedir. Usul kanunlarında sözleşmeden kaynaklanan uyuşmazlıklara ilişkin olarak özel bir kesin olmayan yetki düzenlenesi daha mevcuttur. Bu düzenlemeye göre taraflar, ifa yerini kararlaştırarak yetkili mahkemeyi de tayin etmiş olurlar. Sözleşmenin bir tarafı tacir veya kamu tüzel diğer tarafı tüketici ya da her iki tarafı da tüketici olan durumlarda, aslında yetki sözleşmesi yapılabilmesi mümkün değil iken, taraflar ifa yerini diledikleri gibi (ya da bir taraf empoze ederek) kararlaştırdıklarında dolaylı olarak yetkili mahkemeyi de kararlaştırmış olurlar. Dolayısıyla yetki sözleşmesinin sınırlayıcı hükmünü dolanmış, kanuna karşı hile durumu yaratmış olurlar. Alman kanun koyucu yetki sözleşmesini yapabilecek kişileri sınırlarken, aynı zamanda ifa yerini belirleyerek yetkili mahkemeyi belirleyebilecek kişileri de sınırlamıştır. Ancak HMK'da bu yönde hüküm eksiktir.
Türk ve Alman hukuklarında, davacının aynı davalıdan birden fazla alacağını aynı dava dilekçesiyle birleştirerek talep edebileceği kabul edilmektedir (HMK m. 110, dZPO 260). HMK ve dZPO, kanun yoluna başvurulabilecek kararları hem istinaf hem de temyiz dereceleri için ayrı ayrı düzenlemiştir (HMK m. 341, 361, 362; dZPO m. 511, 542, 543, 544). Yani kanunlar her türlü kararların kanun yoluna taşınmasına izin vermek istememişlerdir. Miktar ve değere tabi malvarlığına ilişkin davalarda da kanunlar parasal sınırlar koymuşlardır. Alman hukukunda davaların yığılması durumunda, kanun yolu parasal sınırının nasıl belirlenmesi gerektiği konusunda görüş birliği vardır. Buna göre, davaların yığılması durumunda yığılan taleplerin tümünün toplamı esas alınacaktır. Ancak Türk hukukunda görüş birliği mevcut değildir. Hem dokt-rin hem de yargı kararlarında görüş ayrılığı mevcuttur. Çalışmamızda bu konudaki doktrin ve yargı kararlarına değinilerek bir sonuca ulaşıl-maya çalışılmıştır. Ayrıca davaların ayrılmasıyla bağlantısı ele alınarak, ayırma kararının kanun yolu parasal sınırına etkisine değinilmeye çalışılmıştır.
Adlî yargı ilk derece mahkemeleri, bölge adliye mahkemeleri ve Yargıtay'ın dairelerinde, yargı işleri hizmetlerinin yürütülmesi için bir kalem (yazı işleri) teşkilatı bulunur. Mahkemelerde bir yazı işleri müdürü, yeterli sayıda zabıt kâtibi, memur, mübaşir, hizmetli ve diğer görevliler bulunur. Yazı işleri müdürü, zabıt kâtibi ve mübaşir başta olmak üzere bu görevlilerin mevzuattan kaynaklanan önemli görevleri vardır. Kalem teşkilatı personelinin vermiş olduğu karar ve yapmış olduğu işlemler idari niteliktedir. İdari nitelikte olduğu için bu karar ve işlemlere karşı kanun yoluna başvurulamaz. Alman hukukunda, mahkemede görevli zabıt kâtiplerinin karar ve işlemlerine karşı özel bir hukukî çare düzenlenmiştir. Bu hukukî çare "Erinnerung" olarak ifade edilmektedir. Alman Medenî Usûl Kanunu madde 573'de düzenlenen bu hukukî çareye göre, zabıt kâtiplerinin işlemlerine karşı mahkemeden bir karar talep edilebilir. Dilimize "itiraz" olarak çevirebileceğimiz bu hukukî çare ile zabıt kâtibinin işlemleri görev yaptığı mahkemece incelenip gerektiğinde düzeltilir. Türk hukukunda ise buna benzer bir hukukî çare düzenlenmemiştir. Genel olarak idari nitelikte olan bu karar ve işlemlere karşı idari yargıda iptal davası açılabilir. Ancak etkin hukukî koruma sağlanabilmesi için Türk hukukunda da Alman hukukunda olduğu gibi kalem teşkilatı personelinin karar ve işlemlerine karşı özel bir hukukî çare düzenlenmesi yerinde olacaktır.
The subject of the seizure of the worker's wage is regulated in the German Civil Procedure Code (GCCP) article 850 and onwards. GCCP article 850c regulates in detail the non-seizable amount of workers' wages. The provision of GCCP article 850c/1 is as follows; "Earned income shall be exempted from attachment provided it does not amount to more than 1,178.58 euros per month, 271.24 euros per week, or 54,25 euros per day, depending on the period of time for which it is being paid". However, this provision may lead to unfair consequences and injustices for both the debtor and the creditor in concrete cases where the debtor's or creditor's special and individual needs are in question. The German legislator has brought the provision of GCCP article 850f, taking into account these unjust results and injustices. With the provision of GCCP article 850f, inconveniences that may arise with the general regulation of GCCP article 850c can be eliminated by balancing appropriate to the concrete case (by realizing concrete case justice). Paragraph 2 of GCCP article 850f, which constitutes our subject, allows the non-seizable amount of the worker's wage in GCCP article 850c to be reduced for the benefit of the creditor of the claim arising from the willfully committed wrongful act. The provision of GCCP article 850f/2 is as follows; "Should compulsory enforcement be pursued for a claim arising from intentionally committed tort, the execution court may determine, upon the creditor filing a corresponding petition, the attachable part of the earned income without taking account of the limitations provided for in section 850c; however, the debtor is to be left with sufficient funds to cover his necessary maintenance and to allow him to fulfil his current statutory obligations to pay maintenance". In our study, all paragraphs of the GCCP article 850f provision will not be examined, but only the conditions, procedure and results of the determination of the seizable part of the worker's wage by the enforcement court at the request of the creditor in the enforcement proceedings of the claim arising from the deliberately committed tortious act.
Sigortalı malın haczi durumunda nasıl bir yol izlenmesi gerektiği Türk Ticaret Kanunu m.1457'de düzenleme getirilmiştir. Hükme göre, bir mal haczedildiğinde, icra memuru borçludan malın sigortalı olup olmadığını sormak zorundadır. Malın sigortalı olduğunu öğrendiği zaman ise icra memuru, borçludan hangi sigortacıdan sigortalattığını sorması gerekir. TTK m.1457 hükmü ile, sigortalı malın kaim değeri olan sigorta tazminatı üzerinde haczin devam etmesi durumu getirilmiştir. Sigorta tazminatı üzerinde haciz devam ettiği için, malın haczedildiğinin sigortacıya ihbar edilmesi gerekir. Çalışmamızda, sigortalı mal haczedildiğinde nasıl bir yol izlenmesi gerektiği üzerinde durulmaya çalışılacaktır.
scite is a Brooklyn-based organization that helps researchers better discover and understand research articles through Smart Citations–citations that display the context of the citation and describe whether the article provides supporting or contrasting evidence. scite is used by students and researchers from around the world and is funded in part by the National Science Foundation and the National Institute on Drug Abuse of the National Institutes of Health.
customersupport@researchsolutions.com
10624 S. Eastern Ave., Ste. A-614
Henderson, NV 89052, USA
This site is protected by reCAPTCHA and the Google Privacy Policy and Terms of Service apply.
Copyright © 2025 scite LLC. All rights reserved.
Made with 💙 for researchers
Part of the Research Solutions Family.