This study aims to determine the relationship between the levels of work stress and the democratic perceptions of principals and teachers. The research was conducted in public schools located in Isparta. Correlational research design is followed.Interestingly, participants’ perceptions of accountability for their superiors significantly predict the job stress levels of administrators and teachers positively. This can be interpreted as the perception of accountability increases, job stress increases. The fact that principals and teachers are supervised frequently by their managers, who gives importance to accountability, may cause pressure them. Additionally, it was observed that the perception of justice and equality significantly predicted the stress levels of teachers and administrators negatively. This finding can be interpreted that the increase in the fair attitude of the managers towards the employees and demonstrating equal behaviors cause a lower level of work stress.Moreover, the gender of principals and teachers predicted work stress significantly. It was determined that male participants’ perception of job stress was higher than female participants. However, the seniority of administrators and teachers did not significantly predict the perception of work stress. Finally, the transparency and participation dimension of the organizational democracy did not significantly predict the job stress levels of administrators and teachers. This may be a result of a centralized organizational structure.Based on the research findings, recommendations were given to reduce the work stress experienced by principals and teachers and develop a culture of democracy in educational organizations.
ÖzetBireyler ihtiyaçlarını karşılarken sürekli iletişim ve etkileşim halindedir. Sağlıklı sosyal ilişkiler oluşturmanın önünde ciddi bir engel olan sosyal kaygı ise en basit şekilde bireyin olumsuz değerlendirilme korkusundan dolayı toplumsal ilişkilerinde sıkıntı yaşamasıdır. Sosyal kaygı özellikle ergenlik döneminin özelliklerinden dolayı ergenler arasında daha yaygın olabilmektedir. Güvengen ergenler kendilerini daha rahat ifade edebilirken çekingen olan ergenler kendilerini ifade edebilme konusunda sıkıntı yaşayabilmektedirler. Bu çalışmanın amacı ergenlerin sosyal kaygı düzeyleri ile güvengenlik ve öz-saygıları arasındaki ilişkiyi incelemektir. Araştırmanın çalışma grubunu yaşları 14 ile 18 arasında değişen 229 kadın (%62) ve 140 erkek (%38) olmak üzere toplam 369 lise öğrencisi oluşturmaktadır. Araştırmanın verileri Ergenler için Sosyal Kaygı Ölçeği, Kendini Belirleme (Güvengenlik) Ölçeği ve Coopersmith Öz-Saygı Envanteri ile elde edilmiştir. Araştırmanın yordanan değişkeni sosyal kaygı ve yordayan değişkenleri güvengenlik ve öz-saygı olarak belirlenmiştir. Elde edilen verilerin analizi için Pearson Momentler Çarpımı Korelasyon tekniği ve çoklu doğrusal regresyon analizi kullanılmıştır. Güvengenlik ve öz-saygı ergenlerin sosyal kaygılarının toplam varyansının %42'ini açıklamaktadır. Araştırma sonuçları incelendiğinde çekingenliğin ergenlerin sosyal kaygı düzeylerini pozitif yönde anlamlı düzeyde yordadığı ve öz-saygının ise ergenlerin sosyal kaygı düzeylerini negatif düzeyde anlamlı olarak yordadığı bulunmuştur. Bununla birlikte güvengenlik ergenlerin sosyal kaygılarını anlamlı düzeyde yordamamaktadır. AbstractPeople get in social contact with each other all the time while satisfying their needs. Social anxiety, which is an important psychological barrier in social relations, by its simplest definition is having problem in social relations by the fear of experiencing negative evaluation of others. Social anxiety can be seen among adolescents more frequently because of the characteristics of the developmental period. At this period, assertive adolescents can express themselves better when compared by their shy counterparts. In this study, it was aimed to explain if adolescents' self-esteem, and assertiveness are the significant predictors of the social anxiety. Study group consists of 229 female (62%) and 140 male (38%) adolescents, in total 369 adolescents having secondary school education.
Bu araştırmanın amacı, ikamet edilen yerden uzak bir kurumda çalışan öğretmenlerin yaşadığı sorunları ortaya çıkarmak ve bu sorunların öğretmenlerin mesleki ve özel hayatlarına nasıl yansıdığını anlayabilmektir. Bu çalışmada nitel araştırma desenlerinden biri olan olgubilim kullanılmıştır. Veriler, 8 ana soru ve 11 sonda sorudan oluşan yarı yapılandırılmış görüşme formu ile Burdur'un X ilçesinde görev yapan ancak orada ikamet etmeyen 12 öğretmen ile yüz yüze görüşme yapılarak elde edilmiştir. Bu görüşmeler sonucunda 5 ana kategori ve 16 temadan oluşan Kategoriler ve Temalar tablosu hazırlanmış ve bu tabloya göre analiz yapılmıştır. Görüşme yapılan öğretmenlerin neredeyse hepsi, kurumlarına ulaşmada fizyolojik ve psikolojik olarak sıkıntı yaşadıklarını, bunların etkilerinin gün içerisinde de kendini gösterdiğini ifade etmişlerdir. Gün boyu evlerinden uzak olmaları; beslenme düzenlerini, aile hayatı ve motivasyonlarını olumsuz etkilediğini dile getiren öğretmenlerden bir kısmı, maddi destek sağlanması durumunda mesleğini bırakmak isteyeceklerini de dile getirmişlerdir. Ancak, yaşadıkları yere yakın bir kurumda çalışmaları durumunda ise mesleklerini bırakmak istemeyeceklerini de ifade etmişlerdir. Sonuç olarak, bu araştırmadan öğretmenlerin ikamet ettikleri yere uzak bir kurumda çalışmaları öğretmenlerin hem özel hayatlarını hem de mesleki yaşantılarını olumsuz etkilediği anlaşılabilmektedir. Dolayısıyla, bu çalışmada öğretmenlerin yaşadıkları sorunların iyileştirilmesine yönelik çeşitli çözüm önerileri geliştirilmiştir.
This study aimed to examine the demographic characteristics of autopsy cases due to multiple trauma and contribute to the diagnosis and treatment process. Method: Our study was carried out by examining autopsy reports of multiple trauma cases. Accordingly, two groups were formed: those who died at the scene and those in the emergency department. In addition, the demographic data of the cases, the mechanism of multiple trauma, and the cause/causes of death were recorded. Results: A total of 278 cases involving 165 deaths at the scene and 113 deaths in the emergency service were included. The most common causes of trauma in both groups were in-vehicle traffic accidents and falling from height. The most common causes of mortality in both groups were hemothorax and subarachnoidal hemorrhage. Conclusions: Deaths due to multiple trauma were almost four times more common in males (82%); the number of trauma under the age of 65 was approximately four times higher. This result shows that young men are at a much higher risk of trauma, resulting in more fatal consequences. We think our study will help to reveal the prevalence, coexistence, and trauma mechanisms of existing pathologies.
scite is a Brooklyn-based organization that helps researchers better discover and understand research articles through Smart Citations–citations that display the context of the citation and describe whether the article provides supporting or contrasting evidence. scite is used by students and researchers from around the world and is funded in part by the National Science Foundation and the National Institute on Drug Abuse of the National Institutes of Health.
customersupport@researchsolutions.com
10624 S. Eastern Ave., Ste. A-614
Henderson, NV 89052, USA
This site is protected by reCAPTCHA and the Google Privacy Policy and Terms of Service apply.
Copyright © 2024 scite LLC. All rights reserved.
Made with 💙 for researchers
Part of the Research Solutions Family.