1999 Gölcük depremi akabinde depremlerin öngörüsü ve kentsel dönüşüm gibi risk azaltma faaliyetleri kentsel siyaseti şekillendirmeye başladı ve 2011 yılında Van depremi sonrasında Kentsel Dönüşüm ya da Afet Yasası olarak anılan 6306 sayılı, riskli alanlarda kentsel dönüşümü ve bina bazlı yenilemeyi düzenleyen yasa çıkarıldı. Bu yasa istisnai maddeleri nedeniyle çok eleştirildi ve yasa koyucular tarafından yaşam hakkına referansla savunuldu. Eleştiriler ise yaşam hakkının sadece araçsallaştırıldığı üzerine odaklandı ve ne yaşam hakkının ne de onun referansı olan yaşamın tarihselliğini sorunsallaştırdı. Gölcük Depreminden günümüze ortaya çıkan bir dizi mevzuat ve kamusal söylemin analizinden elde edilen verileri, biyopolitika kuramlarının eleştirel okuması ışığında tartışarak yaşam ve devlet arasında kurulan biyopolitik ilişkinin tarihselliğine ve son dönemdeki dönüşümününe odaklanacağım. Bugün, halihazırda yaşam ve devlet arasında kurulmuş daha önceki biyopolitik ilişkilere, yeni bir biyopolitik ilişkinin eklendiğinden bahsetmek mümkündür. Makalenin ilk kısmı biyoihtimam diye adlandırabileceğimiz bu biyopolitikada, belli pratikler, duygular ve üretilen bilgi ile afetlere karşı kırılganlığı üzerinden tanımlanmasıyla yeni bir yaşam hakikatinin üretildiğine, yani kırılgan yaşamın tarihselliğine odaklanmaktadır. İkinci kısmı ise biyoihtimamın, afet hazırlığı bağlamında materyal olarak da bazı yaşamlara ihtimam gösterirken bazı yaşamları kırılganlaştırdığına, yani ihtimamın eşitsiz dağılımına ve şiddet üretme potansiyeline dikkat çekmektedir. Bu afetlere karşı daha eşit ve kapsayıcı ihtimam pratikleri geliştirmemize temel hazırlayacaktır.