BackgroundPrimary care providers are uniquely positioned to initiate smoking cessation. We aimed to evaluate knowledge levels about the health effects of smoking and attitudes toward smoking and tobacco control activities among primary care providers.MethodsIn the cross-sectional and primary care-based study, self-administered surveys modified from the WHO Global Health Professional Survey 5A steps of smoking cessation practice (Ask, Advise, Assess, Assist and Arrange) were provided to primary care physicians (PCPhs) and nurses (PCNs).ResultsRespondents included 1182 PCPhs and 1063 PCNs. The proportions of current and former smokers were significantly higher among PCPhs than among PCNs (34.4 vs. 30.7 % and 14.0 vs. 10.1 %, respectively; both P < 0.001). We observed that 77.2 % of PCPhs and 58.4 % of PCNs always or rarely practiced an “Ask” step about their patients’ smoking status (P < 0.001). One-third of PCPhs (33.8 %) stated that they always practiced an “Ask” step, whereas only 27.6 % of PCNs always did so in their practice (P < 0.001). A small minority of primary care providers had advised patients to quit smoking, although there was a significant difference in this between PCNs and PCPhs (8.4 vs. 15.6 %; P < 0.001). Most PCPhs considered themselves competent in advising about smoking interventions, but only a minority of PCNs did so (75.1 vs. 17.3 %; P < 0.001). Among barriers to tobacco intervention measures, lack of time was the item most commonly cited by PCPhs, whereas low patient priority was most commonly cited by PCNs (35.9 and 35.7 %; P < 0.001).ConclusionsSmoking intervention practice by primary care nurses was quite low. Lack of time and low patient priority were identified as barriers by primary care providers. Strategies by which primary care providers could improve tobacco control should be established.
Günümüzde, toplumdaki birçok birey gerek tedavi, gerek koruyucu amaçlı, gerekse kültürel olarak geleneksel ve tamamlayıcı tıp (GETAT) yöntemlerine gittikçe artan oranlarda başvurmaktadır. İnsan sağlığının korunmasında birincil derecede sorumlu olan hekimlerin modern tıp kadar geleneksel ve tamamlayıcı tıbbın da esas uygulayıcıları olması gereklidir. Bu nedenle GETAT'ın tıp eğitimi müfredatında sağlıklı bir şekilde planlanmasına katkıda bulunmak için; bu çalışmamızda tıp fakültesi öğrencilerinin GETAT uygulamaları hakkındaki bilgi, tutum ve davranışlarını değerlendirmeyi amaçladık. Gereç ve Yöntem: Tanımlayıcı nitelikte olan bu çalışma Nisan 2018-Haziran 2018 tarihleri arasında Düzce Üniversitesi Tıp Fakültesinde okuyan dönem I, II, III, IV, V ve VI öğrencileriyle yapılmıştır. Çalışmaya katılmak istemeyen ve ulaşılamayan öğrenciler hariç gönüllü olan toplamda 276 öğrenciye (183 kadın, 93 erkek) tarafımızca hazırlanan 22 soruluk anket internet yoluyla uygulanmıştır. Bulgular: Çalışmamıza katılan tıp fakültesi öğrencilerinin arasında en sık bilinen GETAT yöntemleri; akupunktur (%77,5), kupa uygulaması (%75,3), fitoterapi (%67,3) iken en sık kullandıkları yöntemler; fitoterapi (%33,3) ve kupa uygulamasıydı (%11,5). GETAT hakkındaki bilgiye nereden ulaştıkları sorgulandığında sadece %31,8'inin (n:85) tıp fakültesi eğitiminden ulaştığı saptandı ve %94,2'si (n:242) GETAT uygulamaları hakkında tıp fakültesinde yeterli eğitim verilmediğini düşünmekteydi. Katılımcıların % 82,6'si (n:218) GETAT uygulamalarının modern tıbbın içine entegre olması ve hekimlerce uygulanmasının gerekli olduğu kanısındaydı. Sonuç: Çalışmamızda tıp fakültesi öğrencilerinin GETAT uygulamaları ile ilgili bilgi düzeylerinin yeterli olmadığı ve bu bilgileri çoğunlukla tıp fakültesinden öğrenmedikleri ancak tıp eğitiminde de yer verilmesini ve modern tıp ile entegre olarak kullanılmasını istedikleri saptanmıştır. Tıp fakültesi müfredatında yapılacak düzenlemeler ve tıp fakültesi öğrencilerini de kapsayacak şekilde topluma yönelik yapılacak olan GETAT eğitimleri bu konudaki boşluğu dolduracaktır.
ÖZET Amaç: Sigara içme oranlarının azaltılmasında özellikle sağlık çalışanlarının etkin, inançlı ve sürekli desteğinin olması çok önemlidir. Yapılan çalışmalarda sigara içme oranlarının en başarılı şekilde düşürüldüğü ülkelerin; hekimler arasında sigara içme oranlarının en düşük olduğu ülkeler olduğu saptanmıştır. Bu çalışma ile Düzce Üniversitesi Tıp Fakültesi dönem I ve VI öğrencilerinde sigara içme sıklığı ve öğrencilerin sigara hakkında bilgi, tutum ve bununla ilişkili risk faktörlerinin araştırmayı amaçladık. Yöntem: Kesitsel tanımlayıcı tipte yapılan bu çalışmanın evrenini 2016-2017 öğretim yılında Düzce Üniversitesi Fakültesi'nde okumakta olan toplamda 198 1. Ve 6. Sınıf öğrencisi oluşturmaktadır. Ankette öğrencilerin sigara alışkanlığına ait bilgiler yanında, sigara bıraktırma politikaları konusunda bilgi ve tutumları, tıp fakültelerinde sigara bıraktırma eğitimi ile ilgili güncel durum konusundaki bilgilerini değerlendirmeye yönelik sorular kullanıldı. Bulgular: Dönem I öğrencilerinde hala sigara kullananların oranı %18,26; dönem VI öğrencilerinde bu oran %21,27'idi. Sigara içenlerin %61,7'sı (n:29) tıp fakültesinden önce sigara kullanmaktayken; %36,2'si (n:17) tıp fakültesinde sigaraya başlamıştı. Sigara içme durumları ile sınıfın ileri olması, yaşadığı ortamda sigara içilmesine izin verilmesi, yakın arkadaş grubunda sigara içilmesi arasında anlamlı ilişkili bulunmuştur. Sonuç: Çalışmamızda saptanan en önemli bulgu tıp fakültesi öğrencilerinin belli bir oranın sigara kullandığı ve bu oranların I. dönemden VI. döneme doğru arttığıdır. Diğer çalışmalarda rastlanmayıp bizim çalışmamızda ön plana çıkan ve oldukça önemli olan bir diğer nokta ise öğrencilerin tıp eğitiminde sigara ve zararları ile ilgili yeterli düzeyde eğitim verilmediği ve öğrencilerin sigara bırakma polikliniklerin işlevini bilmediğidir. ABSTRACTObjective: An active, faithful and continuous support of health providers plays essential role in reducing the smoking rates. Studies prove that smoking rates are most successfully reduced in countries where the smoking rates of physicians are the lowest. In this study, we aimed to investigate the smoking prevalence, the knowledge, attitude and associated risk factors of smoking among the term I and VI students of Düzce University School of Medicine. Methods: This study is a cross-sectional descriptive study that is composed of 198 medical students studying during the 2016-2017 academic year. The questionnaire determined students' smoking habits, knowledge on smoking cessation policies and questioned about the current status of smoking cessation education in medical faculties. Results: The rate of smokers was 18.26% in term I students and 21.27% in term VI. Most of the smokers (61.7% (n: 29)) were smoking before the faculty; the rest of them (36.2% (n: 17)) had started smoking at the medical faculty. A significant relationship was found between smoking and advanced class, smoking permission in the living environment, and smoking among friends. Conclusion: The most important finding of our study was...
Introduction Osteoporosis is the most common metabolic bone disease characterized by low bone mass. Reproductive factors are known to affect bone mineral density (BMD). Calcium loss from maternal bone and decreased BMD have been observed especially during pregnancy and lactation, although this loss has been reported to recover within 6 – 12 months. There is no consensus on whether the effect of reproductive factors on the bone is positive or negative. The adolescent period is important for total bone mass, and total bone mass is significant in osteoporosis. The aim of this study was to investigate the effect of first gestational age, multiple births during adolescence, interpregnancy interval and reproductive history such as duration of breastfeeding on bone mineral density in postmenopausal women. Materials and Methods BMD was measured in a total of 196 postmenopausal patients and in accordance with the results, analysis was made of three groups as normal, osteopenia and osteoporosis. Dual Energy X-Ray Absorptiometry (DEXA) was used to take the lumbar, femoral and total bone BMD measurements. Results No statistically significant difference was determined between the groups in respect of total breastfeeding time (p = 0.596). It was detected that an increased interpregnancy interval decreased the risk of osteoporosis. In patients with osteoporosis, the mean interpregnancy interval was 1.4 ± 0.73 years, while it was longer in patients with osteopenia (1.92 ± 1.20) and normal BMD (2.45 ± 1.77) (p = 0.005). While no effect was determined of the first gestational age on BMD, in the univariate logistic regression analysis, multiple births in the adolescent period were seen to increase the risk of osteoporosis 6.833-fold (p = 0.001, OR = 6.833, 95% CI = 2.131 – 21.908; p = 0.001). The increase in the age of menopause was determined to decrease the risk of osteoporosis (OR = 0.911, 95% CI = 0.843 – 0.985; p = 0.019). Conclusion Having frequent births throughout the whole reproductive age and having more than one child in adolescence has an adverse effect on postmenopausal bone mineral densities.
Doğum olayı kadını gerek gebelik gerekse doğum ve doğum sonu dönemde pek çok riskle karşı karşıya bırakabilecek bir süreçtir. Bu süreçte karar verilmesi gereken önemli konulardan bir tanesi kadının doğum şeklidir. Kadınlar doğum şekline karar verirken birçok faktörden etkilenebilirler, fakat önemli olan doğru kaynaklar tarafından, yeterli düzeyde bilgilendirilerek, uygun doğum şekline yönlendirilmeleri ve doğum eyleminin sağlıklı bir anne ve bebekle sonuçlanmasıdır. Bu araştırmadan çıkacak sonuçlarla sezaryen oranlarının yükselişinin engellenmesi için gebe kadınların sezaryen ve normal vajinal doğuma karşı bakışlarını irdelemek ve yeni sağlık stratejilerinin geliştirilmesine katkıda bulunmayı amaçladık. Gereç ve Yöntem: Kadın sağlığı ve doğum polikliniğine başvuran gebe kadınlara 23 sorudan oluşan anket uygulanmıştır. Ankete 6 ile 40 gebelik haftası arasında olan gebeler alındı. Gebelik haftası olarak poliklinikte yapılan obstetrik ultrasonografi değeri esas alındı. Ankete polikliniğe sancı (travayda olan) nedeniyle başvuran gebeler alınmadı. Anket katılımcılarının (gebeler) demografik özelliklerine göre verilen cevaplar değerlendirildi ve gebelerin doğum şekli hakkındaki tutumlarının altında yatan sebepler ortaya konmaya çalışılmıştır. Bulgular: 30 yaş ve üzeri bireylerin %71,6'sı sezaryenle doğumu tercih etmişlerdir. Bireylerin gebelik haftası ile doğum şekli tercihleri arasında istatistiksel olarak anlamlı ilişki yoktur. Sağlık personeli olan bireylerin, postpartum komplikasyonu alt faktörü puanları ve doğum şekli bilgisi toplam puanları diğer meslek gruplarından elde edilen puanlardan daha yüksek çıkmıştır. Vajinal doğumu tercih nedenini bildirenlerin %75,1'i anne-bebek sağlığı için tercih ettiklerini belirtirken, sezaryen doğumu tercih edenlerin %37,8'i ilk doğumu sezaryen olduğu için tercih ettiklerini belirtmişlerdir. Sonuç: Doğum şeklinin, anne ve bebeğin en yüksek yararına belirlemesinde, gereksiz sezaryen girişimlerin azaltılmasında sağlık personeli ve aile hekimlerine önemli görev düşmektedir.
scite is a Brooklyn-based organization that helps researchers better discover and understand research articles through Smart Citations–citations that display the context of the citation and describe whether the article provides supporting or contrasting evidence. scite is used by students and researchers from around the world and is funded in part by the National Science Foundation and the National Institute on Drug Abuse of the National Institutes of Health.
customersupport@researchsolutions.com
10624 S. Eastern Ave., Ste. A-614
Henderson, NV 89052, USA
This site is protected by reCAPTCHA and the Google Privacy Policy and Terms of Service apply.
Copyright © 2024 scite LLC. All rights reserved.
Made with 💙 for researchers
Part of the Research Solutions Family.