The Anatolian peninsula has long been linked with the origins of viticulture and winemaking. Erzincan province in Anatolia hosted many civilizations in the past, and each civilization used grapes for different purposes. From past to present, viticulture carried out with the famous ‘Karaerik’ grape (Vitis vinifera L.) on old traditional Baran training system to avoid cold damage occurred in winter months. During the old civilizations, the cultivar was used only for wine production, but after the first period of the 1900s, this situation changed, and the cultivar was used for table consumption because wine is banned by Islam. The archaeological findings in Erzincan province revealed the cultivar has existed in the province for centuries, and in each historical period, the cultivar was used sustainably, added value to the region, and brought cultural heritage from generation to generation. Grape production in Erzincan province has been a symbol of abundance, fertility and productivity since mythological times. The historical facts indicated that viticulture and winemaking had been a dispensable part of the Erzincan economy and rural development. The vineyards apply the same sustainable management practices from which they receive their grapes. The traditional Baran training system is used for all vineyards. The viticulture in the province has been strongly committed to improving environmental and social sustainability throughout history.
Siyaset ve Modernleşme Karşısında İlmiye Ricâli Öz Bu çalışma, kalemiye (mülkiye) ve seyfiye (askeriye) sınıfı ile birlikte devletin en önemli sacayaklarından birini oluşturan ve aynı zamanda Şeyhülislâm'dan talebeye kadar çok geniş bir yelpazeyi kuşatan ilmiye sınıfının merkezdeki temsilcilerinin devlet/siyasi erk ile münasebetini konu almaktadır. Bilhassa bu sınıfın ricâl-i ilmiyye olarak adlandırılan, devletle doğrudan temas halindeki üst düzey mensuplarının siyaset karşısındaki vaziyetine yoğunlaşmaktadır. Diğer taraftan Lale Devri'nde başlayan modernleşme süreci, 19. yüzyılda her alanda yapılan ıslah çalışmaları ile birlikte büyük bir ivme kazanmıştır. Geleneksel devlet ve toplum yapısında önemli değişiklikler meydana gelen Osmanlı Devleti'nde reformcu devlet adamları, bu her iki alanda da Batı'dan etkilenme sonucunda modernleşmek için üstün bir çaba sarf etmiştir. Özellikle Batılı çağdaşlarının kanunlarını uyarlama yöntemi ile devletin yönetim mekanizmalarını düzenlemeye çalışan siyasi erk karşısında üst düzey ilmiye temsilcilerinin pozisyonu da ilmiye ricalinin devlet yönetiminde işgal ettiği yer açısından ve bu zümrenin bireysel tavırları bakımından değerlendirilmeye çalışılmıştır.
Karadeniz'den Hazar Denizi'ne kadar uzanan dağların adeta ortadan ikiye böldüğü Kafkasya, 18. yüzyıldan itibaren Rusya'nın genişleme alanlarından birisi olmuştur. Takip eden yüzyılda Za-Kafkasya olarak adlandırılan Güney Kafkasya bölgesi de dahil olmak üzere bütün bir Kafkasya'yı sadece siyasi ve askerî değil, aynı zamanda bilimsel çalışmalarla da domine etmeyi başaran Rusya, kurduğu Bilimler Akademisi bünyesindeki çalışmalarla tarih, coğrafya ve sosyoloji başta olmak üzere bir çok disiplini ilgilendiren envanter oluşturmayı başarmıştır. Üstelik bu bilimsel çalışmalar Osmanlı Devleti gibi diğer devletlerin egemenliğindeki topraklarda da yapılmıştır. 1859 yılında Şamahı'da ve Osmanlı hâkimiyetindeki Erzurum'da eş zamanlı depremlerin olması üzerine Bilimler Akademisi, uzun zamandır Kafkaslarda araştırmalar yapan Alman jeolog Abich'i bu bölgelerde sismik araştırmalar yapması için görevlendirmiştir. Abich, saha araştırmalarını akademiye Fransızca olarak sunduktan kısa bir süre sonra Rusça yayımlanan bu rapor, çalışmamızın en önemli kısmını oluşturmaktadır. Raporun, ilgili depremler hakkındaki saha araştırmalarının sonucuna geçmeden önceki giriş kısmında, jeoloji bilimine ait değerlendirmeler yapan Abich, Kafkasya bölgesinin bu bilim dalı için taşıdığı önemin üzerinde bilhassa durmuştur. Şamahı ve Erzurum depremleri hakkındaki incelemelerini ise barometre ve
Bu çalışma, XIX. yüzyıl Osmanlı tarihinin önemli devlet adamlarından olan Akif Paşa'nın Edirne ve Bursa'ya sürgün edildikten sonra kaleme almış olduğu mektuplarını konu edinmektedir. Sultan II. Mahmud'un merkez teşkilatında yaptığı düzenlemeler doğrultusunda kurulan Hariciye ve Dahiliye Nezaretleri'nin ilk nazırı olarak tarihteki yerini alan Akif Paşa, bir süre sonra bu itibarlı konumunu kaybetmiştir. Nitekim Sultan Abdülmecid döneminde, 1840 yılında, Edirne'ye sürgün edilen Paşa, yaklaşık iki yıl süren cezasını tamamladıktan sonra ise İstanbul'a dönemeyerek Bursa'da ikamet etmek zorunda bırakılmıştır. Affedilmesi için Saray ve Bâbıâlî nezdinde bir dizi faaliyetlerde bulunan Akif Paşa, mektuplaşmak suretiyle yakınlarıyla münasebetlerini devam ettirmiştir. Yedisi mahdûmuna (oğluna), biri halîlesine (eşine) başlığıyla yayımlanan mektupların bir kısmı ise diğer yakınlarına yazılmıştır. Bunların büyük bir kısmı Ebuzziya Tevfik tarafından Muharrerât-ı Husûsiye-i Akif Paşa, birkaçı da torunu Akif Bey tarafından Eser-i Akif Paşa adlı eserlerde yayımlanmıştır. Mektuplarda dikkati çeken en önemli husus Paşa'nın halet-i ruhiyesini maharetle ifade etmiş olmasıdır. Bazı ailevi bilgilerin de yer aldığı mektuplarda Paşa'nın Edirne'den Bursa'ya nasıl geçtiği ve buralarda geçirdiği vakit ile ilgili bilgiler mevcuttur.
scite is a Brooklyn-based organization that helps researchers better discover and understand research articles through Smart Citations–citations that display the context of the citation and describe whether the article provides supporting or contrasting evidence. scite is used by students and researchers from around the world and is funded in part by the National Science Foundation and the National Institute on Drug Abuse of the National Institutes of Health.
customersupport@researchsolutions.com
10624 S. Eastern Ave., Ste. A-614
Henderson, NV 89052, USA
This site is protected by reCAPTCHA and the Google Privacy Policy and Terms of Service apply.
Copyright © 2025 scite LLC. All rights reserved.
Made with 💙 for researchers
Part of the Research Solutions Family.