Son yıllarda Uluslararası İlişkiler dünyasının terörizm, çevre kirliliği, etnik-siyasi-mezhep içerikli lokal çatışmalar, enerji jeopolitiği gibi yeni çalışma alanları ile şekillendiği söylenebilir. Bilhassa iklim değişikliği ile birlikte çevresel faktörler, güvenlik ve enerji jeopolitiği bağlamında etkin bölgelerden biri olan Arktik Bölgesi, son yüzyıllık süreç boyunca gittikçe artan bir öneme sahip olmuştur. Bölgenin fosil yakıt potansiyelinin keşfedilmesinin yanı sıra, deniz ulaşımı, stratejik üs bulundurma, maden ve deniz ürünleri çeşitliliği ve bilimsel faaliyetlerin yürütülmesi gibi günümüz devletlerin çıkar algılamaları içerisinde değerlendirilebilecek bu tür imkanlara sahip olması, Arktik Bölgesi'nde bir siyasal ve hukuki egemenlik mücadelesine neden olmaktadır. Bu çalışmada, Arktik Bölgesi üzerindeki yüzyıllık mücadelenin enerji jeopolitiği, devletlerin bölge üzerindeki farklı politik algılamaları ve egemenlik tartışmaları bağlamında değerlendirilmesi amaçlanmıştır. Çalışma, sahildar devletler arası karşılıklı bağımlılık ilişkisine değinilerek ve betimsel analiz yöntemi kullanılarak bölgede aktörler arası işbirliği sürecinin tercih edilebilir olduğu iddiası ile nihayete erdirilmiştir.
This paper examines at what level Turkish foreign policy of late years is being implemented. It aims to delineate that contrary to the regional level policy in the first decade of the 2000s, a differentiated foreign policy is being pursued at the global level aiming to increase Turkish marine research activities at the two poles. Getting involved in science diplomacy in recent years, Turkey plans to strengthen its power capacity and evaluate it at the global level. Thus, in this paper, it is concluded that Turkey’s involvement in both the Arctic and Antarctic signifies that its foreign policy target is no more limited to regional dynamics. Significant paces in the two poles could be best understood via its foreign policy at the global level. Moreover, Turkey’s involvement in science diplomacy in parallel with polar engagement strengthens its power capacity on behalf of the global level. Consequently, it is asserted that Turkish foreign policy has been in transition from regional to global standards.
In this study, it's tried to explain philosophical, sociological and political initiatives of laicism through historical perspective, then, as a material of Western countries it is primarily expressed conceptually and chronologically before declaring it how was effective during Ottoman Empire. Finally, we planned to clarify the place of laicism between religion-state political dilemma. Beyond the clasical concept of laicism in Turkey as ''religion and state is fonctually separated'', in western countries this expression is invalid, unlike Turkey has a local definiton oflaicism. This aspect of laicism will be potantially a main conflict of public agenda in the future.
ÖzetYugoslavya Federal Sistemi'nin bozulmaya yüz tutmuş yapısı içerisinde ayrılık sinyalleri veren devletler arasında yer alan Bosna-Hersek 'in bağımsızlık ilanı ve bu ilan karşısındaki Sırp tutumu, 2. Dünya Savaşı sonrası Avrupa'da en kapsamlı ve bir o kadar da yıkıcı bölgesel bir savaşın çıkmasına neden olmuş-tur. Savaş, iki kutuplu dünyadan galip çıkan ABD ve Soğuk Savaş sürecinde ekonomik ve kısmen de olsa siyasi birliktelik hedeflerine ulaşan AB ülkelerinin kimlik oluşturma çabaları arasında bölgesel bir hegemonya mücadelesine, yenilenen Rusya ve Asya blokunun dâhil olmasıyla bölgesel olmaktan çıkıp küresel bir mücadele haline dönüşmüştür. Bosna-Hersek halkının hayatta kalma ve varlık mücadelesinin bu küresel hedeflerle karşılaşması, bağımsızlık mücadelesini karmaşık bir hâle sokmuştur. Böyle bir ortamda entelektüel, bilge kişiliğiyle savaşın strateji ve yöntemleri üzerinde ciddi etkiler yaratan Aliya İzzetbegoviç'in incelenmesi ve savaş sürecindeki rolü, çalışmamızın temel amacıdır.
Referring to the constructive and destructive pillars of the conflict theory, the article aims to demonstrate that, despite the apparent similarities between the two land claim disputes, they are fundamentally different. In this regard, after analyzing the elements that define both conflicts, the paper presents the Hans Island dispute as a constructive antagonism and the Imia / Kardak Islets crisis as a destructive one. Although the replacement of symbolic drinks and flags characterizes both conflicts, the first case indicates the importance of geo-economic aspects, while the second clearly illustrates geopolitical competition. The authors see the Hans Island dispute as a means of maintaining the status quo and the Imia / Kardak Islands as a way of changing the state of affairs. By doing so, the paper tries to present how the circumstances in which the two conflicts evolved proved to be favourable or constructive in one case and unfavourable, respectively destructive in the other.
scite is a Brooklyn-based organization that helps researchers better discover and understand research articles through Smart Citations–citations that display the context of the citation and describe whether the article provides supporting or contrasting evidence. scite is used by students and researchers from around the world and is funded in part by the National Science Foundation and the National Institute on Drug Abuse of the National Institutes of Health.
customersupport@researchsolutions.com
10624 S. Eastern Ave., Ste. A-614
Henderson, NV 89052, USA
This site is protected by reCAPTCHA and the Google Privacy Policy and Terms of Service apply.
Copyright © 2025 scite LLC. All rights reserved.
Made with 💙 for researchers
Part of the Research Solutions Family.