The childhood of a person is shaped as per the conditions of his/her community. However, the childhood in our technology-based era is highly overwhelmed by the ubiquitous communication devices. As a pioneering type, television achieves in grabbing children's attention by using its multi-coloured and animated world. What is more, cartoons provide the children a great load of new ideas, allowing them to enrich their dream world as well as to improve their vocabulary and learn new games. These developments are then turned to permanent behaviours. This being the case, it becomes inevitable that these habits reflect the cultural and moral values of the countries depicted in cartoons. This, in turn, makes the children absorb the linguistic and behavioural traditions of those cultures. The present study delves into two well-known cartoons, one being Turkish, called "Pepee" and the other Canadian, called "Caillou", with a view to investigating the ways they present their cultural values. The ways of presentation were assessed using content analysis, and also the differentiating cultural elements were identified.
İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra toplumsal yaşama kaygı, kaos, şiddet ve öfke gibi duygular hâkim olmaya başlamıştır. Bu durum dünyanın karanlık, güvenilmez ve korku duyulan bir mekân olarak görülmesine neden olmuştur. Modern insanlar arasındaki ilişkileri belirleyen bu ruh hali, Amerikalı yönetmenlerin filmlerinde öne çıkmaya başlamıştır. Böylece karanlık bir atmosfere sahip bu filmler, eleştirmenler tarafından 'Film Noir' olarak adlandırılmıştır. Film Noir, dramaturji ve mizansen açısından geleneksel Hollywood yapımı filmlerden belirgin bir şekilde ayrılmaktadır. 1940'lı yıllardan itibaren yaklaşık yirmi yıl boyunca bu türde birçok film yapılmış fakat bir süre sonra yapılan film sayısı düşmüştür. 1970'li yıllara gelindiğinde Film Noir modernize olmuş ve Neo-Noir olarak kavramsallaştırılarak bu türde yeniden filmler yapılmaya başlanmıştır. Neo-Noir, klasik Film Noir'ın temel özelliklerine bağlı kalmakla birlikte belirli noktalarda ondan farklılık göstermektedir. Dolayısıyla bu çalışma, Neo-Noir'ın klasik Film Noir'dan hangi yönlerden farklılaştığını ortaya koymayı amaçlamaktadır. Bu temel amaç doğrultusunda Neo-Noir'ın öne çıkan yönetmenlerinden Joel ve Ethan Coen Kardeşlerin filmografisinden 'Blood Simple ' (1984' ( ) ve 'Fargo' (1996 filmleri amaçsal örnekleme yöntemiyle seçilmiştir. Örneklem olarak belirlenen filmler, türsel eleştiri yöntemine göre ele alınmıştır. Türsel eleştiri, "anlatı, tema, karakterler ve görsel ikonografi" unsurlarına göre yapılmıştır. Türsel eleştiri sonucuna göre her iki filmin temasını da "suç" (cinayet) unsurunun oluşturduğu tespit edilmiştir. Filmlerde Noir türüne uygun olarak "dedektif, kurban, suçlu" gibi temel karakterler bulunmakla birlikte, klasik Film Noir karakterlerinin özelliklerinden ve durumundan farklılaştığı görülmektedir. Çözümlenen filmler "renk, kamera tekniği, estetik tarz, görsel ikonografi, zaman ve mekân tasarımı, sahneleme ve anlatının kurgulanması" açısından da klasik Film Noir'dan ayrılmaktadır. Çalışmada Blood Simple ve Fargo filmlerinin Neo-Noir kapsamında değerlendirilebileceği sonucuna ulaşılmıştır.
Human have sought ways to give meaning to his existence ever since he existed in the world. Accordingly, the meaning of existence in philosophy, art and culture has been tried to be explained. However, in time, existence has been hidden, forgotten, and invisible. Heidegger defined this situation as forgetting existence. According to Balázs, it started to change with the invention of the camera and the films made the existence visible again. According to Kracauer, the cinema is the basic device to show the existence in "becoming" with the functions of "recording" and "disclosing". With the way of thinking that Frampton describes as Filmosophy, the film, which reveals the existence of men with its technical possibilities, can place the existence in the center of the thought. Filmosophy aims to develop new film rhetoric, by exceeding approaches focusing solely on technique or dramatic structure. Based on all these arguments, the main problem of the study is that cinema makes the forgotten and invisible Dasein visible with its functions of "recording" and "disclosing"; cinema also places it in the center of thought with its dramatic structure and cinematographic elements. The study aims to reveal how the film-mind thinks of Dasein. Accordingly, the movie "Tree of Life" has been studied through the filmosophy. In the study, it was concluded that the film accomplished a film-thinking based on existential problems such as "being, Dasein, death, life, universe, and God".
Feminist film theory evaluates films by some concepts such as subject positions, narrative closures, and fetishism. This theory suggests that the catharsis of popular films is in the service of the male audience. However, many feminist films centered on women are also made, which are outside the mainstream cinema and reach a considerable amount of viewers. This study aims to evaluate Caramel (Nadine Labaki, 2007) by the concepts of feminist film theory. The film expresses a country dominated by taboos through these five women.
Sinemanın imge yaratma kapasitesine odaklanan Gilles Deleuze, iki çeşit sinematografik imgeden bahsetmektedir. Bu iki imge türü aynı zamanda sinema tarihinde iki farklı döneme denk düşmektedir. II. Dünya Savaşı’na kadar olan dönemi hareket-imgesi kavramıyla tanımlayan Deleuze, burada eylemin ve aksiyonun öne çıktığını belirtmektedir. Hareket-imgesi dönemi, Lumière kardeşlerin ilk filmleriyle başlayan ve II. Dünya Savaşı sonrasına kadar “hareket”i merkeze alan süreci ifade eder. Klasik anlatı sineması ile örneklendirilen hareket-imgesi filmlerinde zaman, karakterin eylemine göre ilerler. Filmdeki bütün eylemler doğrusal nedenselliğe göre belirlenir ve karakterler şimdiki zamanla uyumlu eylemler gerçekleştirirler. Deleuze II. Dünya Savaşı’ndan sonraki filmleri zaman-imgesi olarak nitelendirmektedir. Filmde sunulan karakterlerin veya nesnelerin eylemine odaklanan sinemanın çökmesiyle zaman-imgenin ortaya çıktığını belirtmekte ve bu durumu “duyu-motor bağlantısının kopması” ile açıklamaktadır. Duyu-motor şemasındaki kopmayla birlikte optik durumların yükselişi de zaman-imgenin ortaya çıkışında önem taşımaktadır. Dolayısıyla zaman-imgesinde asıl vurgunun; görüntülerin mantıksal ilerlemesinden, kendinde görüntünün deneyimine kayma olduğu söylenebilir. Gilles Deleuze’ün hareket-imgesi ve zaman-imgesi tasnifinden hareket eden bu çalışma, Andrey Tarkovsky sinemasından amaçlı örneklem yöntemiyle seçilen ‘Ayna’ (Zerkalo-1975) filminin zaman-imgesi sineması örneği sayılıp sayılamayacağını ortaya koymayı amaçlamaktadır. Örneklem olarak seçilen film, “zaman algısı, öyküleme biçimi, karakterler, ses-görüntü öğeleri, mekânın kullanımı” gibi sinematografik unsurlara göre çözümlenmiştir. Çözümleme sonucunda filmin zaman-imgesi sineması örneği olarak değerlendirilebileceği sonucuna ulaşılmıştır.
scite is a Brooklyn-based organization that helps researchers better discover and understand research articles through Smart Citations–citations that display the context of the citation and describe whether the article provides supporting or contrasting evidence. scite is used by students and researchers from around the world and is funded in part by the National Science Foundation and the National Institute on Drug Abuse of the National Institutes of Health.
customersupport@researchsolutions.com
10624 S. Eastern Ave., Ste. A-614
Henderson, NV 89052, USA
This site is protected by reCAPTCHA and the Google Privacy Policy and Terms of Service apply.
Copyright © 2025 scite LLC. All rights reserved.
Made with 💙 for researchers
Part of the Research Solutions Family.