Bu çalışmanın amacı; 2016 'Aile Yapısı Araştırmasının (TAYA 2016)' verilerine dayalı olarak anne-babaların çocuklara ilişkin ekonomik beklentilerini etkileyen faktörleri analiz etmek ve bu faktörlerin güncel boyutlarını değerlendirmektir. Çalışma esas olarak Türk toplumunda uzun yıllardır yaşanan ekonomik, kültürel ve sosyal değişimlerin bağlamını dikkate alarak; bireylerin demografik, sosyoekonomik, kültürel ve yerleşim yeri özelliklerinin çocuğun ekonomik değerine/maddi faydasına atfettikleri anlamları önemli ölçüde belirlediği varsayımına dayanmaktadır. Verilerin analizi sonucunda, daha genç kuşaklardan olan, daha az çocuğu olan, daha yüksek eğitim ve sosyoekonomik statüye sahip, daha seküler tutumları benimsemiş, kent sosyal ortamında daha uzun süredir yaşayan bireylerin çocuklardan maddi/ ekonomik katkı beklenti düzeyinin daha ileri yaşlarda olan, daha düşük eğitime ve sosyo-ekonomik statüye sahip, daha dindar tutumları benimsemiş ve daha kırsal özellikte ki yerleşim yerlerinde yaşayan bireylerden anlamlı derecede düşük olduğu bulunmuştur. Sonuç olarak, Türkiye'de modernleşme dinamikleriyle birlikte, eğitimli, sosyo-ekonomik statüsü yüksek, seküler değerleri benimsemiş ve tolerans seviyesi yüksek bireylerde daha fazla olmak üzere, çocuklara yönelik eşitlikçi değerlerin öne çıktığına ve özellikle çocuğun özerkliğine, bireysel yaşantısına ve başarısına verilen önemin artmasına bağlı olarak çocukluktan maddi fayda beklentisinin azaldığından bahsedilebilir.
Bilişim teknolojileri hayatımızı her geçen gün daha yoğun bir biçimde dijitalleşmektedir ancak bilişim alanındaki bu devasa gelişmeler bir yandan hayatımızı kolaylaştırırken bir yandan da beraberinde bazı önemli riskleri de getirmektedir. Bu açıdan, bilişim teknolojileri hem hayatımızı oldukça kolaylaştıran bir şekilde konforlu bir hayat sunarken, öte yandan bilişim teknolojileri her türlü suçun işlenebileceği olanak ve fırsatlar için potansiyel olarak güçlü bir mecra ve zemin haline gelmiştir. Bu çalışmada, Türk Ceza Kanunu ve diğer iç mevzuattaki bilişim suçlarına ilişkin hükümler incelenerek, başta internet kanunu olarak bilinen 5651 Sayılı İnternet Ortamında Yapılan Yayınların Düzenlenmesi ve Bu Yayınlar Yoluyla İşlenen Suçlarla Mücadele Edilmesi Hakkında Kanun ele alınarak toplum üzerindeki etkileri sosyolojik açıdan analiz edilmeye çalışılmıştır. Bilişim suçları ile ilgili ceza kanunları kriminolojik ve sosyolojik sonuçları ve etkileri açısından incelenerek, bazı maddelerdeki dikkat çeken eksiklikler, bilişim suçlarının işlenmesini caydırma konusundaki yeterlilikleri ve yetersizlikleri açısından ele alınmıştır. Çalışmada, kanunların sosyolojik olarak ne tür ihtiyaçları karşılayabildikleri ve yaşanan olgular karşısındaki zayıflıkları ayrıntılı olarak ele alınacaktır. Son olarak, bilişim suçlarının hukuksal ve sosyolojik açıdan nasıl önlenebileceğine ilişkin bir takım önerilere de yer verilmiştir.
From a class point of view, this study focuses on the emotional labor experienced by call center employees, where control and surveillance are intensified through computers, and the relationship of these experiences with working conditions. In call centers, the fact that the work is carried out in the triangle of computer -phone -headset differentiates the control mechanisms on call center employees from other sectors due to the specific structures of these tools. From this point of view, it is aimed to explain how strict control mechanisms shape the working conditions and emotional labor processes in call centers, in the context of working conditions of call center employees. Based on the emotional labor perspective, within the scope of this research, their perceptions of their profession, working conditions, the effects and results of the emotional labor process they expend on psychological and social relations are discussed. In addition, the extent and how the work from home practices, which have become widespread with the Covid-19 pandemic, are reflected on the call center employees are also discussed in the study. In the article, in which the qualitative research model was used, semi-structured in-depth interviews and focus group interviews were conducted with call center workers and union workers operating in this sector. Within the scope of the research, 24 call center employees and 2 union officials were interviewed. The interviewed call center employees work in the telecommunications, e-commerce and banking sectors. As a result of the research, considering the working conditions of the call center employees, it was seen that they made a very intense emotional and affective labor. It has been determined that the long working and working hours of the employees, the intense and standardized forms of communication, and the imposition of the understanding that "customers are always right" through a constantly mechanized training affects their psychological and social relationships heavily. Employees do not want to communicate with their families and social environment because they constantly talk to customers during the day, cannot tolerate negative issues in their daily lives, and may have difficulty in tolerating their social relations.
Bu araştırmanın amacı, duygusal emek kavramını merkeze alarak çağrı merkezi çalışanlarının çalışma koşullarını ve bu çalışma koşullarındaki dönüşümleri irdelemektir. Bu amaç doğrultusunda araştırma kapsamında özel ve kamu sektörlerinde telekomünikasyon, e-ticaret ve bankacılık gibi farklı iş kollarında çalışan toplam 24 çağrı merkezi çalışanı ve 2 sendika çalışanıyla yarı-yapılandırılmış derinlemesine görüşmeler ve odak grup görüşmeleri gerçekleştirilmiştir. Saha araştırmasına dayalı olarak gerçekleştirilen çalışmada, çağrı merkezi çalışanlarının yoğun biçimde duygusal emek sarf etmesinin, duygusal uyumsuzluk, stres, gerginlik, uykusuzluk ve depresyon gibi olumsuz sonuçlara sebep olduğu tespit edilmiştir. Aynı zamanda, çağrı merkezlerinde çalışanların yalnızca şirket yetkilileri tarafından değil, müşteriler üzerinden de denetleme mekanizmalarına tabi tutulduğu görülmüştür. Doğrudan insan iletişimine dayanan çağrı merkezi sektöründe müşteriler çalışanlara çeşitli biçimlerde hakaret edebilmekte ve tacizde bulunabilmektedir. Hizmet içi eğitimler ve bilgisayarlı denetim yoluyla bu tür olumsuz durumlar karşısında çalışanlardan duygularını saklaması ya da şirket tarafından belirlenen standartlaştırılmış tepkileri sergilemesi beklenmektedir. Bu durum ise hem çalışanları güvencesiz bir çalışma ortamında çalışmak zorunda bırakmakta hem de çalışanların hissettiği psikolojik baskıyı derinleştirmektedir. Ayrıca araştırmada çağrı merkezi çalışanlarının standartlaştırılmış ve mekanikleştirilmiş iletişim biçimleriyle hizmet üretimi gerçekleştirmeleri çalışanların hem işlerine hem emeklerine hem de insan iletişimlerine yabancılaşmalarına ve duygusuz robotlara dönüşmelerine sebep olduğu tespit edilmiştir. Bu nedenle çağrı merkezlerinde gerçekleştirilen hizmet üretiminin duygusal/zihinsel emeğe dayalı olmasının, çalışanların çalışma koşullarının ağırlaşmasına, bedenen, sosyal olarak ve zihnen tükenmişlik yaşamalarına engel olmadığını söylemek mümkündür.
The paper examines the educational experiences of Turkish youth in Germany with special references to the statistical data of Educational Report, PISA surveys. The results of the educational statistics of Germany show that more than group characteristics like social and cultural capital, structural and institutional factors (multi-track system with its selective mechanism, education policy, context of negative reception of Germany, institutional discrimination, and lack of intercultural curriculum) could have a decisive role in hampering the educational and labor market integration and social mobility of Turkish youth. This can be explained by a mix of factors: the education system which does not foster the educational progress of children from disadvantaged families; the high importance of school degrees for accessing to the vocational training system and the labor market; and direct and indirect institutional discrimination in educational area in Germany. Thus, this work suggests that the nature of the education system in Germany remains deeply "unequal," "hierarchical" and "exclusive." This study also demonstrates maintaining the marginalized position of Turkish children in Germany means that the country of origin or the immigrants' background is still a barrier to having access to education and the labor market of Germany.
scite is a Brooklyn-based organization that helps researchers better discover and understand research articles through Smart Citations–citations that display the context of the citation and describe whether the article provides supporting or contrasting evidence. scite is used by students and researchers from around the world and is funded in part by the National Science Foundation and the National Institute on Drug Abuse of the National Institutes of Health.
customersupport@researchsolutions.com
10624 S. Eastern Ave., Ste. A-614
Henderson, NV 89052, USA
This site is protected by reCAPTCHA and the Google Privacy Policy and Terms of Service apply.
Copyright © 2024 scite LLC. All rights reserved.
Made with 💙 for researchers
Part of the Research Solutions Family.